Su krizi nasıl ortaya çıktı? | " /> Su krizi nasıl ortaya çıktı? | "/>

En Sıcak Konular

Su krizi nasıl ortaya çıktı?

28 Şubat 2009 19:31 tsi
Su krizi nasıl ortaya çıktı? Su sorununun temel kaynaklarından biri, suyun kamusal bir ihtiyaç maddesi olmaktan çıkıp ticari bir meta haline gelmesi.

Mebruke Bayram’ın yazısı:

Küresel kapitalizmin bir soruna, bizzat o soruna kaynaklık eden uygulamayı birkaç ekleme çıkarmayla tekrar gündeme getirerek çözüm üretmeye çalışmasıyla ilk kez karşılaşmıyoruz. Su krizinin çözümüne dair planlar da aynı komedinin tekrarı niteliğinde. Oysa sorunun temel kaynaklarından biri, zaten suyun kamusal bir ihtiyaç maddesi olmaktan çıkıp ticari bir meta haline gelmesi.
 
Su pazarı
 
Günümüzde ambalajlanmış su sektöründe yer alan uluslararası şirketler dünya nüfusunun sadece yüzde 5’ine su satabiliyor. Buna rağmen, söz konusu tekellerin yıllık geliri petrol şirketlerinin yıllık gelirinin yarısı kadar. Her türlü su kaynağının hızla kirletilmekte olduğunu da hatırlayıp, su pazarının gelecekte ulaşabileceği potansiyeli hayal edersek durumu kavrarız. Dünyadaki her türlü doğal kaynağa el koymak için bin bir çeşit yönteme başvuran uluslararası tekellerin suyu pas geçmesini beklemek safdillik olur.
 
Nitekim, su meselesi 80’li yıllardan bu yana Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Dünya Bankası gibi kuruluşların yoğun ilgisine mazhar oluyor. Dünya Bankası tarafından verilen suyla ilgili kredilerin en önemli özelliği özelleştirme şartı taşıması. 80’li yıllardan itibaren azgelişmiş ülkelere kamu kurumlarında reformlar yapılması için verilen yapısal uyum kredileri yoluyla adım adım su özelleştirmelerinin yolu açılıyor. 90’larda su tekelleri sadece 10-15 ülkede faaliyet gösterirken 2002 yılında bu şirketler 56 ülkede iş yapar duruma geldi. DTÖ’nün tüm dünyaya dayattığı temel anlaşmalardan biri olan GATS Anlaşması, 2000 yılında suyun çıkarımı, işlenmesi, su iletim sistemleri, enerji ve atık su işlemenin serbest piyasa koşullarında gerçekleşmesini kapsayacak şekilde genişletildi.
 
Ülkemizde su meselesi üzerinde koparılan fırtınanın temel nedenlerinden biri burada yatıyor. Türkiye’deki ambalajlanmış su pazarının büyüklüğü 2006 itibarıyla 1,2 milyar dolar civarındaydı, pazar 2000-2005 yılları arasında her yıl ortalama yüzde 10 civarında büyüme gösterdi. Sadece 2007 yılının ilk beş ayında pet su pazarı yüzde 30 oranında büyüdü. Kişi başına düşen ambalajlanmış su tüketimimiz yılda 91 litre. Fransa’daki yıllık tüketim 142 litre, İtalya’da 176 litre, İspanya’da ise 143 litre civarında oluyor.
 
Uluslararası tekellerin bu kadar cazip bir pazarı başıboş bırakması mümkün mü? Nitekim, IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi kuruluşların su konusuyla ilgili dayatmaları meyvesini vermeye başladı. 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı, özelleştirme programına su konusunu da dahil ediyor.
 
Su krizi nasıl yaratıldı?
 
Su krizi elbette yalnızca su pazarının uluslararası tekeller tarafından kontrol altına alınmaya çalışılmasıyla açıklanamaz. Suyla ilgili sorunların önemli bir kaynağı da ekolojik kriz. Endüstriyel tarım, çarpık kentleşme, kirlilik, ormansızlaşma, yanlış su ve sulama politikaları vb. pek çok neden su krizini adım adım hazırladı.
 
Türkiye’deki su kaynaklarının dörtte üçü tarlaların sulanması için kullanılıyor. Suyun açık kanallarla taşınması nedeniyle buharlaşma, sızmalar, kaçaklar vb yollarla oldukça fazla miktarda su boşa gidiyor. Yanlış sulama teknikleri de bir başka sorun. Suyun tarlanın yüzeyine salınması yoluyla yapılan salma sulama tekniği ya da karıkla sulama, tava gibi yöntemler büyük oranda suyun buharlaşmayla kaybedilmesine yol açıyor. Ayrıca, buharlaşan suyun içindeki minerallerin ve tuzun toprağın yüzeyinde birikmesi toprağın tuzlanmasını ve verimsizleşmesini sağlıyor. Oysa yağmurlama, damla sulama gibi suyu son derece tasarruflu kullanan sulama metotları mevcut. Bu tür teknikler sayesinde sulamada kullanılan suyu %50 ila %95 oranında azaltmak mümkün. Sağlanan tasarrufun yanı sıra toprağın kalitesi de korunmuş oluyor.
 
Sorunun diğer bir kaynağı endüstriyel tarım teknikleri. Endüstriyel tarımda kullanılan kimyasal gübre ve ilaçlar topraktaki mikroorganizmaların ölümüne neden oluyor. Bu da toprağın azot bağlama kapasitesinin azalması ve tuzluluğun artması sonucunu doğuruyor. Doğayla dost tarım teknikleri kullanıldığında toprakta ve tarlada yaşayan canlıların hayatı ve birbirleriyle olan dengesi gözetildiği için su dengesi kuruluyor, organik maddeleri geri kazanan toprak suyu sünger gibi çekiyor.
 
Ayrıca, suyun tüketilmesinin en önemli suçlularından biri meşhur “yeşil devrim” ürünü, tarım ve gıda tekelleri tarafından piyasaya sürülen, paketli, patentli, “yüksek verimli” tohumluklar. Bu tohumluklar yetişmek için, kuraklığa, hastalıklara, dona vb. yerel ekolojik koşullara uyum sağlamış eski tohumlukların iki katı fazla su istiyor. Böcek öldürücü ilaçlar, yabani ot öldürücü ilaçlar, suni gübreler de cabası. Sözü edilen türlerin “yüksek verimli” olması tüm bu ön koşulların yerine getirilmesine bağlı, yoksa yerel akrabalarına oranla çok daha az verimli oluyorlar.
 
Kuraklığı artıran en önemli faktörlerden bir diğeri ormansızlaşma. Ormanların azalması sonucu toprağın su tutma kapasitesi de azalıyor. Toprak suyu yeteri kadar tutamadığı için yeraltındaki su kaynakları yeteri kadar beslenemiyor. Ayrıca su toprağın yüzeyinden akarken erozyona neden oluyor.
 
Dünyada 2.5 milyar kişi kirli su içiyor
 
Su kaynaklarının yitirilmesinin bir başka nedeni de çarpık kentleşme. Metropollerin barındırdığı insan nüfusu pek çok şehirde mantık sınırlarını zorlayacak kadar fazla. Bu durum doğal olarak kentin bulunduğu bölgede pek çok ekolojik sorunu beraberinde getiriyor. Su havzalarını besleyen nehir ve dere yataklarındaki yapılaşma, ormansızlaşma, toprağın su tutma kapasitesinin azalmasına, su kaynaklarının birer birer kurumasına neden oluyor.
 
Tabloya bir de sanayi tesislerinin yarattığı kirliliği eklemek lazım. Sanayi atıklarının nehirlere, derelere boşaltılması, yeraltına gömülen atıkların sızarak yeraltı sularına karışması gibi pek çok nedenle su kaynakları kullanılamaz hale geliyor. Lağımların yeteri kadar arıtılmadan su kaynaklarına boşaltılması bir başka kirlilik nedeni. Dünyada 2,5 milyar kişi arıtılmamış kirli su içmek zorunda kalıyor. Kirli sulardan bulaşan hastalıklar yüzünden haftada ortalama 35.000 kişi ölüyor.
 
Konunun tüketim kültüründen kaynaklanan boyutunu da gözden kaçırmayalım. Kapitalizmin kışkırttığı tüketim kültürü, her alanda olduğu gibi doğal kaynaklarda da gerekenden çok daha fazla oranda tüketimi doğuruyor. Örneğin, bir kişinin temizlik ve hijyen için kullanması gereken günlük su ihtiyacı 50 litre iken; bir ABD’li günde 500 litre, bir İngiliz günde 200 litre su tüketiyor. Batı’da bir birey diş fırçalamak için günde ortalama 8 litre, sifonu çekmek için 10 ila 35 litre, duş almak için 100 ila 200 litre su kullanıyor.
 
Gıda, tarım vb birçok konuda olduğu gibi su konusunda da sorunun temeli, kaynağın kıtlığında değil paylaşımın adil olmayışında yatıyor. Birilerinin kazançlarına kazanç katabilmesi için diğerlerinin kaybetmesi zorla dayatılıyor. Toprak, toprağın altındakiler, dağ, taş, su, hatta canlıların genleri birer birer ticari meta haline getirilmiş durumda. Bu yağmayı durdurmak için bir şeyler yapmaya başlamazsak soluduğumuz hava için kira ödeyeceğimiz günler uzak değil.
 
Büyük baraj ve sulama projeleri çare mi?
 
Su krizinin çözümü olarak karşımıza konulan büyük baraj ve sulama projeleri su tekellerinin piyasaya hâkim olmasını sağlamak dışında pek fazla bir fayda getirmiyor. Suyun kontrolü önce kamu tarafından ele alınıyor, ardından özelleştirme geliyor. Ekolojik dengeleri yeteri kadar göz önünde bulundurmayan, büyük sermaye ve teknoloji gerektiren bu dev projeler kısa bir süre için su sorununu çözmüş gibi görünüyor, ancak uzun vadede büyük ekolojik sorunlara yol açıyor.
 
Büyük sulama ya da baraj projeleri için suyun yönünün değiştirilmesi, büyük kentlerin su sorununu çözmek için uzak mesafelerden su getirilmesi gibi uygulamalar, bir bölgenin sorununu çözerken diğer bölgenin kuraklaşması, sulak alanların kuruması gibi sorunlar yaratıyor. Örneğin; sazlık, göl gibi sulak alanlar, kendilerini besleyen akarsuların baraj vb. su sistemlerine yönlendirilmesi sonucunda kuruyor. Sazlığın kuruması kuşların kaybolmasına, sazcılık ve balıkçılıkla geçinenlerin mesleklerini kaybetmesine yol açıyor. Sulak alandan kazanılan araziler bir süre tarımda kullanılabiliyor ancak kısa sürede başlayan kuraklık bu arazileri kullanılamaz hale getiriyor. Her geçen gün daha derine çekilen yeraltı suları bu bölgede yaşayan insanları susuzluk sorunuyla karşı karşıya bırakıyor.
 
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Dünya Bankası projeleriyle birlikte tüm dünyaya yayılan büyük baraj ve sulama sistemleri için milyonlarca dolar yatırım yapıldı. Sonuç; milyonlarca insanın yerinden edilmesi, beklenenden yüksek maliyetler, çevresel sorunlar, şiddet, açlık ve susuzluktu. Tek kazanansa tarım, gıda ve su şirketleri oldu.
 
Çölü yeşertmek mümkün
 
Yüksek teknoloji ve sermaye yatırımı gerektiren dev baraj ve sulama projeleri yerel tekniklerin, bilgi sistemlerinin baltalanmasına neden oldu. Karşılarına çıkarılan yabancı teknolojik gereçler üzerinde etkinlikleri ve egemenlikleri kalmayan yerel toplulukların direnci zayıfladı, yoksullaştılar, çatışmalar ortaya çıktı.
 
Oysa dünyanın pek çok yerinde denenmiş bazı küçük ölçekli sulama sistemleri ve teknikleri sayesinde son derece başarılı sonuçlar almak mümkün. Küçük barajlar, su depoları, sarnıçlar, sığ kuyular, yağmur suyunu tutma projeleri gibi pek çok proje yoksullara büyük projelerden çok daha fazla fayda sağlıyor.
 
Suyu idareli kullanma teknikleri üç bin yılı aşkın bir zamandır biliniyor. Bugünkü Filistin, Ürdün, Sudan, Kuzey Hindistan gibi pek çok bölgede keşfedilmiş su saklama metotları var. Binaların çatılarına, siperliklere düşen yağmur suyunu toplamaya ve depolamaya dayanan bu tür sistemlerle elde edilen su, tarla sulamada ve hayvancılıkta kullanılabiliyor.
 
Afrika’da ve Güney Amerika’da sis ve bulutlardan faydalanan, sabah çiyini toplayan ya da ormandaki ağaçların su tutma özelliğini kullanan pek çok yaratıcı su toplama sistemi mevcut. Örneğin; Kuzey Şili’nin kurak bir dağlık bölgesinde, çok küçük delikleri olan ince naylon ağlar, rüzgârın esme yönünde dikine geriliyor ve bulutlardan yakalanan su bir oluk aracılığıyla kaplara aktarılıyor, buradan da başka kaplara aktarılarak filtre ediliyor ve evlere dağıtılıyor.
 
Hindistan’ın Pakistan sınırına yakın Racastan eyaleti çok az yağış alan bir çöl bölgesi. Bölgede halkın kolektif emeği ve paylaşımıyla kurulan, kontrolü de halk tarafından kolektif olarak yürütülen su sistemi, yağmurun her damlasını korumaya dayanıyor. Kadim su teknolojilerinden esinlenerek kurulan sistem sayesinde bölgede su sıkıntısı yaşanmıyor. Eski sulama sistemini canlandırmaya fikren öncülük eden Anupam Mishra şöyle anlatıyor:
 
“Eğer Racastan’ı dünyanın diğer çölleriyle karşılaştırırsak, yalnızca daha fazla nüfus barındırmakla kalmadığını, yaşamın varlığının her santimetrekaresinde hissedildiğini görürüz. Aslında bu bölge dünyanın en canlı çölü olarak bilinir.
 
Bu yerel toplum sayesinde olmuştur. Racastan halkı, doğanın kendilerine biçtiği susuzluk karşısında yılgınlığa kapılmamıştır. Aksine, bunu bir mücadele olarak görmüş ve göğüslemeye karar vermiştir. Öyle ki, insanlar suyun doğasını tüm basitliği ve akışkanlığıyla tepeden tırnağa özümsemişlerdir.”

Mebruke Bayram
toplumsalozgurluk.com



Bu haber 1,047 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,787 µs