Birileri gıdalarımızı gasp ediyor!' | " /> Birileri gıdalarımızı gasp ediyor!' | "/>

En Sıcak Konular

'Birileri gıdalarımızı gasp ediyor!'

9 Kasım 2009 09:26 tsi
'Birileri gıdalarımızı gasp ediyor!' “Eğer tüketiciler GDO’lu ürünleri boykot ederse, yasaklanır. Bu direniş sayesinde Yunanistan tehlikeden kurtuldu!”

Yıllardır dillerinde tüy bitmiş “Türkiye’de GDO’lu ürünler var” diye, yetkililer hep yok demiş. Sonra anlaşılmış ki, bal gibi de GDO’lu ürünler var bu ülkede... “Bu ürünler insan ve çevre sağlığına zararlı” demişler, cevap bu kez “Bilimsel dayanağı yok” olmuş. Sonra birer birer kanıtlanmış zararları... ’GDO’ya Hayır Platformu’nun kurucularından Mebruke Bayram, çoktan anlamış ki yetkililerin umurunda değil, bu yüzden herkese bir çağrı yapıyor; “Eğer tüketiciler GDO’lu ürünleri boykot ederse, yasaklanır. Bu direniş sayesinde Yunanistan tehlikeden kurtuldu!”

Bildik bir sözdür, “İnsan, ne yiyorsa odur” denir. Doğrudur da! Tabii ki ne yediğimizi biliyorsak!.. Dünyada yıllardır tartışılan bir konu, artık bizim için de can alıcı bir hale geldi. Bundan böyle her markete gittiğimizde, her pazar tezgâhına uğradığımızda, domatesten tutun da, portakala bakarken bile bir kuşku kemirecek içimizi... Gribe iyi gelsin diye alacağımız portakal, belki de tam tersine bağışıklık sistemimizi çökertecek. Ya da marketten aldığımız sıvı yağda genleriyle oynanmış kanola katkısı olacak.

Herkes tedirgin... Başbakan bile “GDO’lu ürünlere karşıyım” diyor ama Tarım Bakanlığı bu genetiği kurcalanmış ürünlerin ithalatına serbestlik getiren yönetmeliği çıkardı bile... Bu işin uzmanlarına gelince, GDO’ya karşı çıkan da var, tam tersine savunan da... Mesele biraz hayata bakışla ilgili aslında... Temiz, sağlıklı, yeşil, kaynakların eşitçe paylaşıldığı bir dünya mı istiyoruz, yoksa dev firmaların kârına kâr katacak, insanın pek önemsenmediği, karın doyuracak, ama toplum sağlığına mal olacak bir dünya mı?

Benim tercihim birinci şıktan yanaydı. Peki bu meseleyi konuşacak doğru isim kimdi? Ben o ismi ararken, bir TV programında “Türk Einstein’ı” diye de tanınan bilimadamı Prof. Oktay Sinanoğlu’nun, kendisi de bu konuda bir kitap yazmış olmasına rağmen, sürekli referans verdiği bir kitap dikkatimi çekti; Mebruke Bayram imzalı ’Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar’... Her ikisiyle de konuşmak istedim. Ancak Prof. Sinanoğlu’na ulaşmam mümkün olmadı. Bu arada referans verdiği kitabı okumaya başladım ve ilk cümlesinde kararımı verdim. “Sofranızdaki gıdanın gerçek gıda mı olduğunu sanıyorsunuz? Çocuğunuza içirdiğiniz sütün, ambalajın üzerinde görünen yeşil çayırlarda otlayan mutlu ineklerden geldiğinden emin misiniz?” diye başlıyordu giriş... Hangimiz eminiz ki?

Kitabın yazarı Mebruke Bayram’ın asıl mesleği yayıncılık. Ama yıllardır bir çevre aktivisti olarak mücadele veriyor. Bundan yıllar önce, ziraat mühendisleri ve bilimadamları dışında kimsenin gündeminde yokken, ekoloji, tarım ve çevreyle ilgili arkadaşlarıyla yaptıkları çalışmalar sonucunda GDO’nun ne denli tehlikeli olduğunu fark ediyorlar ve ’GDO’ya Hayır Platformu’nu kuruyorlar. Öyle küçük bir çevre gelmesin aklınıza, 100’ü aşkın demokratik kitle örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu bir platform bu... Bayram’la randevulaşıyoruz ve Tünel’de bir araya geliyoruz. “Kitabınız çok okundu mu?” diyorum, gülüyor “Best-seller olmadı henüz!” diyor, sonra ekliyor; “Baştan belirtmekte fayda var; herhangi bir uzmanlık iddiam yok. Gıda, tarım, çevre gibi konularda çalışmaları olan bilim insanlarının, yazar, düşünür, araştırmacı ve aktivistlerin görüşlerinden de yararlanarak gıda hakkında genel bir tablo çizmeye çalıştım.”

Doğru, Bayram bir uzman değil ve öyle bir iddiası da yok, ama kitapta GDO’lar ile ilgili merak ettiğiniz her soruya çok net bir yanıt var.

Gıdalar artık beslemiyor aksine hasta ediyor!..

* Kitabınıza “Yoksa siz sofranızdaki gıdanın gerçek gıda olduğunu mu sanıyorsunuz? Çocuğunuza içirdiğiniz sütün, ambalajın üzerinde görünen yeşil çayırlarda otlayan mutlu ineklerden geldiğine emin misiniz?” diyorsunuz.

Evet. Sanal gerçeklik gibi bir şey. Gösterilen çayır o çayır değil, inek o inek değil, köylüler hiç değil... İçerik de sanal. Niyetim sizi sofranızdaki gıdadan korkar hale getirmek değil. Çoğu tüketicinin pek farkında olmadığı bazı gerçekleri dile getirmek istiyorum: Gıdalar aslına yabancılaşmış durumda, gıda olmaktan çıkıp başka bir şeye dönüşüyor, uluslararası siyaset arenasında, yeri geldiğinde bir silah, yeri geldiğinde pazarlık masalarında bir araç olarak kullanılıyor. Yabancılaşma yalnızca bundan ibaret de değil, gıdalar artık en temel özelliklerini yerine getirmiyor, beslemiyor. Soframıza gelen konuklara sahte gıdalar ikram ediyoruz, çocuklarımız gerçek gıdanın tadını bile bilmiyor. Belki de bu yüzden, beslenmemiz gerektiği gibi beslenmediğimiz için, sağlığımız her geçen gün biraz daha bozuluyor. Dünyanın yarısı obezite, hipertansiyon, diyabet, kanser gibi beslenmeyle yakından ilgisi olan sağlık sorunlarıyla boğuşurken, diğer yarısı yetersiz beslenmeden ölüyor.

Sofralarımızı şık ambalajlı ama içi boş gıdalar ele geçiriyor

* Sahte gıdadan kastınız ne?

Soframızdaki gıda birileri tarafından gasp ediliyor. Gaspın yalnızca köylünün emeğinin sömürülmesi ya da yükselen gıda fiyatları yoluyla yapıldığını düşünmeyin. Yeni nesil gıdalarda, gıdanın içeriğinde ‘doğal olarak’ bulunması gereken maddeler birer birer azalırken, gıdayla ilgisi olmayan katkı maddeleri ve koruyucu maddeler çoğalıyor. Gıdanın her alanında bir standartlaşma, zapturapt altına alınma süreci yaşanıyor. Dünya halklarının zengin gıda çeşitliliği ve kültürü yavaş yavaş yok edilirken, soframızı tek tipleşmiş, standart, hijyenik, şık ambalajlı, ancak içi boş gıdalar ele geçiriyor. Gıdanın gaspı üretim sürecinde kullanılan tekniklerden tutun, genlere kadar pek çok alanda sürdürülüyor.

Gıda ağır bedeller karşılığında üretiliyor. Asıl üretici konumunda olan köylüler açlığa mahkum edilirken, gıdanın ticaretini yapan uluslararası tekeller akıl sınırlarını zorlayacak büyüklükte paralar kazanıyor. Dünyada herkesi doyuracak miktardan fazla gıda üretilmekteyken açların ve yetersiz beslenenlerin sayısı her geçen gün biraz daha artıyor. Dünyanın bir yanında buğday dağları, süt nehirleri varken diğer yanı açlıktan kırılıyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), dünyada yetersiz beslenmekte olan 800 milyon insan olduğunu söylüyor.

GDO’lu ürünler, 21. yüzyıl tarımının en büyük savaşı...

* Peki bütün bunların sebebi ne?

Bütün bunların oluşmasında, tarımın şirketleşmesi, tekelleşme, ekolojik kriz, küresel ısınma gibi pek çok faktörün etkisi var elbette. Gıdanın üretim sürecinde geçirilen aşamaların her biri, gıda konusu etrafında oluşan sorunları etkiliyor.

* En büyük sorunlardan biri de GDO galiba. Siz GDO’lu ürünler için 21. yüzyıl tarımının en büyük savaşı diyorsunuz. Bize anlatabilir misiniz GDO nedir?

GDO, uluslararası literatürde kısaltılmış şekliyle “GM” veya “GMO” olarak geçen “Genetically Modified Organism” in, Türkçe karşılığı. Bir canlının genetik yapısı içerisine işlevi belirlenmiş bir ya da birkaç genin yapay yollarla dışarıdan eklenmesi yoluyla elde ediliyor. Bu genler sözü edilen canlı ile aynı türden canlılardan alınabileceği gibi, virüs, bakteri ya da başka türden bitki veya hayvanlardan da elde edilebiliyor. Biyoteknoloji yoluyla elde edilmiş yeni bir genetik materyal kombinasyonuna sahip olan canlı organizmalara, GDO yani “genetiği değiştirilmiş organizma” adı veriliyor. Gen değişikliği, verimi artırmak, böceklere ya da yabani ot ilaçlarına karşı dayanıklılığı sağlamak, tarım için uygun olmayan arazilerde, mesela tuzlu topraklarda tarım yapabilmek, taşımaya daha uygun ürünler yetiştirebilmek, ürünün raf ömrünü uzatmak gibi gerekçelerle hayata geçiriliyor.

* İlk bakışta çok cazip görünüyor, peki siz neden “GDO’lu ürünlere hayır” diyorsunuz?

GDO, sağlık alanında da kullanılıyor. Bizim özel olarak karşı çıktığımız sağlık alanındaki çalışmalarla ilgili değil. Bizim GDO’ya karşı çıkmamızın temel nedeni gıdada kullanılması, yani tarımda kullanılan genetiği değiştirilmiş canlılar.

* Biraz açabilir misiniz? Nedir bu canlılar?

Birbiri ile alakası olmayan canlıların, mesela bir bakterinin geninin bir meyveye ya da bir hayvanın geninin bir tahıla aktarılması gibi, akrabalığı olmayan canlılar arasında gen aktarımı yapılması... Buna da karşı çıkmamızın birkaç nedeni var. Öncelikle insan sağlığı üzerinde risk yarattığı için, çevre üzerinde büyük risk yarattığı için, biyolojik çeşitliliği tahrip ettiği için... Tabii bir de insan haklarıyla ilgili bir boyutu var. Hem çiftçi hakları, hem tüketici haklarıyla ilgili... Patent konusu var. Bir canlı çeşidinin patent altına alınabiliyor olması zaten başlı başına bir etik sorun. Sadece bu bile karşı çıkmak için yeterli GDO’lara...

* Patent konusuna sonra gelelim istiyorum, bir hayvan geni bitkiye aktarılabiliyor dediniz... Somut örnek verebilir misiniz? Karpuzu biliyorum, taşınması kolay olsun diye Japonlar kare küp şeklinde karpuz üretmişlerdi. Peki bu karpuzların yediğimizde bize zararı olacak mı?

Karpuzlar işin medyatik tarafı. Aslında yapılan daha farklı, mesela domatesin kabuğunun kalınlaştırılması. Pembe domatesleri bilir misiniz, çok şekilsiz görünür, neredeyse dalından kopardığınızda elinizde kalır. Hiçbir şeye benzetemezsiniz baktığınızda ama çok lezzetlidir, organiktir. İşte o domates taşımaya gelmez, uzun yolda mahfolur. Taşımaya gelebilmesi için ne yapmak gerekir?

Şirketler araştırmayı fazladan masraf olarak görüyor

* Kabuğunun kalınlaştırılması gerekir?

Bu da neden? Çünkü endüstriyel tarım öyle gelişti ki belli ürünler belli alanlarda fazla ekilmeye başlandı. Çok büyük coğrafyalarda sadece mısır, çok büyük coğrafyalarda sadece domates ekimi için tarımsal alanlar kuruldu, bu alanlar da metropollerden uzaklaştı. Dolayısıyla çok uzun mesaflerden taşınmaya başlandı ürünler. Bu taşımayla beraber, nakliyeye daha uygun ürün üretmek ürünün ticari getirisini artıran bir şey haline geldi. Mesela bununla ilgili domates tohumu üzerinde genetik değişiklik yapılıyor. Soğuk arazilerde birtakım meyvelerin yetiştirilmesi için çalışmalar yapılıyor. Onun için bir kuzey balığının geni bir meyveye aktarılabiliyor. Normalde sıcak havada yetişmesi gereken bir meyve daha soğuk arazilerde yetişebilir hale geliyor. Mesela muz bir Kuzey Avrupa ülkesinde yetiştirilebiliyor. Bu yönde çalışmalar var. Bu süreçte birtakım ürünler de artık hayatımıza iyice girdi, yerleşti. Mesela mısırdaki gen değişikliği, büyük oranda dünyanın her yerinde yaygın. Soya aynı şekilde... Neredeyse bazı ülkelerde mısırın ve soyanın tamamının geni değiştirilmiş durumda. Arjantin’in ürettiği soyanın çok büyük kısmının genetiği değiştirilmiş.

* Domates bir derece anlaşılır da, soya ya da mısırla niye oynuyorlar?

Mısıra bakteri geni aktarılarak, o bakterinin doğal özelliğinden faydalanarak böceklere karşı bir toksin üretmesini sağlıyorlar mısırın ve böylece o mısır zararlı böceklerden etkilenmemiş oluyor. Sonuçta tarlada üretim artıyor... Gerçi şu ana kadar yapılan deneyler, pek artırabildiğini gösteren deneyler değil. Kısmi birtakım deneyler var artırdığını gösteren ama onlar da GDO taraftarı lobilerin desteği ile yapılan araştırmalar. Daha tarafsız araştırmalar GDO’lu ürünlerin tarımsal verimi pek artırmadığını gösteriyor.



* GDO taraftarları bu ürünlerin insan sağlığına zararlı olmadığını iddia ediyor. Ne diyorsunuz?

Genetiği değiştirilmiş gıdaların piyasaya sürülmeye başlandığı ilk günlerden beri GDO karşıtları bu gıdaların insan sağlığı üzerine olumsuz etkide bulunabileceğini, alerjik ve toksik etki yaratabileceğini iddia ediyorlar.Dünyanın dört bir yanındaki GDO taraftarlarının ise, birbirlerini neredeyse aynen tekrar ederek verdikleri yanıt şu: “GDO’lar üzerine birçok bilimsel araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların hiçbirinde GDO’nun insan sağlığına zararlı olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunamamıştır. Bu gıdaların sağlığa zararlı olduğuna dair tek bir kanıt öne süremezsiniz.”

Bu kendine güveni tam gibi görünen ifadelerin bizi yanıltmasına izin vermememiz gerek. Çünkü söylenmek istenen şu: “Böyle bir araştırma yapmaya gerek görmedik, bu bizim için fazladan bir masraf”. Ayrıca, söz konusu gıdalardan milyonlarca dolar para kazanan biyoteknoloji şirketleriyken, bu gıdaların zararlarına dair kanıt öne sürmesi gerekenlerin neden GDO karşıtları olduğu asıl tartışılması gereken konu. GDO’ların sağlığa zararlı olup olmadığına dair araştırma yapması gerekenler GDO üreticisi şirketler. Onlar GD gıdaların sağlığa zararsız olduğunu kanıtlamalı. İşin aslı; GDO üreticisi çokuluslu şirketler bu konudaki ar-ge faaliyetleri için çok fazla para harcamışlardı. Bir an önce kâr etmeye başlamak için GDO’lu ürünleri hemen piyasaya sürmek istiyorlardı. Sözünü ettikleri araştırmaların ezici çoğunluğu piyasaya sürülecek ürünlerin raf ömrünün nasıl uzatılacağına, verimin nasıl artırılacağına, tarım için uygun olmayan topraklarda nasıl üretim yapılacağına dairdi. Yani, GDO üreticisi şirketler, piyasaya sürecekleri ürünün ticari getirisini artırmanın yollarını araştırmış, insan sağlığına zararlı olup olmayacağını araştırma zahmetine girmemişlerdi.

Japonya’da GDO’lu ürün yüzünden 37 kişi öldü

GDO’ların insan sağlığı ve çevre üzerine ne tür etkileri olabileceği çeşitli örneklerle kanıtlanmaya başladı bile. İlk olay 1989’da bir Japon biyoteknoloji şirketinin bir mikroorganizmadan yararlanarak ürettiği ‘triptofan’da bulunan az miktardaki bir yabancı maddenin ’eusophilia-myalgia’ adı verilen bir hastalığa neden olmasıydı. 1200’den fazla kişiyi etkileyen bu olay 37 ölüme ve uzun süren ciddi rahatsızlıklara neden oldu. Hemen belirtelim artık GDO’lu ürünler Japonya’da yasak. (Not: Triptofan vücudun kendi kendine üretemediği temel amino asitlerden biri. Bilindiği gibi amino asitler insan vücudunun yaşamını sürdürmesini dağlayan protein yapı taşlarıdır. Vücut triptofan üretemediği için, bu maddeyi triptofan içeren besinleri yiyerek ya da triptofan destekleri alarak sağlarız.)

GDO’lu soya ile beslenen farelerin yarısı öldü

2005 yılında Rusya Bilim Akademisi’nden Dr. Irina Ermakova tarafından fareler üzerinde yapılan bir deneyin sonuçları son derece çarpıcı. Üç grup fareden bir grubu GDO’lu soyayla, diğeri normal soyayla, öteki grupsa normal gıdalarla besleniyor. GDO’lu soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55’i üç hafta içinde ölüyor. Normal soyayla beslenen fare yavrularının yüzde 9’u, normal gıdalarla beslenen fare yavrularınınsa yüzde 6,8’i ölüyor. Ayrıca GDO’lu soyayla beslenen gruptaki yavruların yüzde 36’sı olmaları gereken ağırlığın altında kalıyor. Dr. Ermakova şok edici bulduğu sonuçlar karşısında deneyini üç kez tekrarlıyor.

Gıdalar ambalajlar silahlar ve açlar kitabına ulaşmak için bu linki tıklayınız...

Röportajın ikinci bölümünü okumak için lütfen bu linki tıklayınız

Mine Şenocaklı / Vatan



Bu haber 1,947 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,654 µs