En Sıcak Konular

‘Sınırsız kemoterapi öldürüyor’

8 Mayıs 2013 14:55 tsi
‘Sınırsız kemoterapi öldürüyor’ “Kemoterapi bir zehir tedavisidir. Kanserli hastalara tedavi için verilen kemoterapi ilaçlarının bazıları geçmişte kimyasal silah olarak savaşta bile kullanıldı.” Dr. Yavuz Dizdar’dan çok önemli açıklamalar…

Vatan/ Mine Şenocaklı    

Masum bir şeyden değil, kemoterapiden söz ediyoruz. Kemoterapi bir zehir tedavisidir. Kanserli hastalara tedavi için verilen kemoterapi ilaçlarının bazıları geçmişte kimyasal silah olarak savaşta bile kullanıldı.

Biz böylesine tehlikeli bir ilacı, dozunu ayarlayarak kanser tedavisinde kullanıyoruz. Hakkını verelim, lenfoma ve testis kanserlerinde çok başarılı oluyoruz. Tümörü tümden yok edebiliyoruz. Ama koruma maksatlı kemoterapi deyince iş değişir. İşte ben bunu anlamıyorum.

Olası bir kanser hastalığı için insanları zehirlemek niye?


Geçen hafta bir söyleşi yaptım, bir hafta boyunca mail ve telefonların ardı arkası kesilmedi. Tebrik eden de vardı, işi hakarete vardıran da!.. Aslına bakarsanız şaşırtıcı değildi bu tepkiler, zira pek çok hastayı ve hasta yakınını ilgilendiren hayati bir konuydu gündeme getirdiğimiz. Ve söyleşiyi yaptığım Dr. Ümit Aktaş'ın söyledikleri de çok iddialıydı... Bu sebeple geçen haftaki yazıma, "Söyleşiden çıktığımda tek bir soru vardı kafamda, ben bu meseleyi yazıya nasıl dökeceğim? İnsanları paniğe sürüklemeden nasıl anlatacağım? " diye başlamıştım. Bekliyordum böylesi bir tartışmayı... Şimdi de devam edeceğim! Önce geçen haftadan bir özet yapmam şart, zira meseleyi iyice anlatmazsam yine yanlış anlamalar olabilir.

"Kanser değil, gereksiz kemoterapi öldürüyor!"

Bitkilerle tedavi uzmanı Dr. Ümit Aktaş, "Kanser çağımızın vebası. Ama bana göre kanserden daha büyük bir problem var; kanser hastalarına uygulanan kemoterapi tedavileri. Kanser değil, gereksiz kemoterapi öldürüyor... Çünkü kemoterapi, 'sitotoksik' yani hücre öldürücü bir tedavidir. Sadece kanserli hücreleri değil, sağlıklı hücreleri de öldürüyor. Bu yüzden bağışıklık sisteminizi çökertiyor, kilo kaybına sebep oluyor, yani sizi hasta ediyor. Kemoterapi alan hastada bağışıklık sistemi diye bir şey kalmıyor, hasta her türlü hastalığa açık hale geliyor, hatta sık sık zatürre gibi enfeksiyonlara yakalanıyor ve bu enfeksiyonlar kimi zaman hastanın ölmesine sebep oluyor" diye özetliyordu kemoterapi sürecini...

Ve ona göre artık kemoterapinin bilimsel anlamda sorgulanmasının vakti geldi de geçiyordu. Söyleşi boyunca sürdürüyordu iddialarını ve hak vermemek pek elde değildi: "Diyelim ki size kanser teşhisi konuldu, bu kanser hastası olduğunuz anlamına gelmez. Hangi hastalığa yakalanırsanız yakalanın birtakım ortak hastalık belirtileri var. Ağrınız olabilir, ateşiniz olabilir, kilo kaybedebilirsiniz, mideniz bulanabilir, ishal ya da kabız olabilirsiniz... Düşünün ki sizde hiçbir belirti yok. Ama pankreasınızda bir kitle var. Bu sizin hasta olduğunuzu mu gösterir? Hayır, siz kanser hastası değilsiniz! Sadece sizin pankreasınızda bir kitle olduğu teşhisi konulmuş. Henüz bu kitle sizde bir hastalık yapmamış. İleride tabii ki hastalık yapabilir, ama şu anda bir hastalık gelişmemiş. Dolayısıyla öncelikle bir şey yapmadan bu kitlenin izlenmesi gerekiyor. " Doğru geliyor kulağa da peki ya bugüne kadar öğrendiklerimiz ve hastalara uygulanan tedaviler?.. Ben de sormuştum geçen hafta; "Mesela 'Kanserden değil, geç kalmaktan korkun ' deniyor. Bu yüzden de 40 yaş üstü kadınlara her yıl mamografi çektirmeleri öneriliyor. Bu da mı hata?" Hiç düşünmeden yanıt vermişti Aktaş: "İşte benim de üzerinde durduğum konu bu. Diyelim ki memenizde bir kitle bulundu. Peki bu henüz gelişmemiş hastalık için size ne öneriliyor? Bağışıklık sisteminizi mahfedecek kemoterapi!.. Eğer kemoterapi alırsanız, sizde şu yan etkiler gelişecek; kilo kaybedeceksiniz, saçlarınız dökülecek, ki bu en basit etkisi kemoterapinin, sürekli mideniz bulanacak, kusacaksınız, bağışıklık sisteminiz baskılanacak ve tüm hastalıklara açık hale geleceksiniz. Yani sizi hasta eden bir tedaviye başlamış olacaksınız."

Bu uzun özeti yapmak zorundaydım, amacım lafı uzatmak değil. Zira bir hafta boyunca gelen mail'lerde hasta yakınlarının samimi soruları kadar, onlardan da fazla suçlayıcı, mesajlar aldım. Savcılığa suç duyurusunda bulunacağını söyleyen onkologlar da vardı, beni kanser hastalarını kemoterapiden soğutup mağdur etmekle suçlayanlar da... Oysa ki başlığımız çok netti; "Kanser değil, gereksiz kemoterapi öldürüyor!" Yani kemoterapiden vazgeçin, işe yaramaz gibi bir sonuç çıkarmak için başlığı anlamamış ya da anlamak istememiş olmak gerek!

"Her hasta için ayrı bir tedavi uygulanmalı"


Amacımız boşuna acı çeken ve bu acıya rağmen kansere yenilen hastalara ve yakınlarına bazı uyarılarda bulunmaktı... Ve bu uyarılara devam edeceğiz, hem de bu kez bizzat bir onkologla... Çünkü o da biraz akıntıya karşı kürek çekmeyi seven bir doktor. Sürekli sorguluyor, genelgeçer doğruları bile...

Geçen sene iki söyleşi yapmıştım İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar'la... Dizdar çokdisiplinli bir eğitim aldığından her konuya birkaç açıdan yaklaşabiliyor ve farklı sonuçlara varabiliyor. Farmakoloji konusunda eğitim almış, kanser biyolojisi ve immünolojisi doktorası var ve radyasyon onkolojisi uzmanı... Ne demek derseniz şöyle diyeyim. Hastalığa tanı koyarken bile tedavisini öngörüyor, hem de tedavinin yan etkileriyle birlikte ve bunu her hastanın özelinde yapabiliyor. İşte bu sebeple içim rahattı ona giderken, kemoterapiyi sorgulayan bir söyleşi yapmıştım, bir de onun görüşünü almak istedim. Taraf olmayacak, ama benim yaptığım söyleşiyi de sorgulayacaktı! Biraz daha içim rahat ayrıldım yanından...

Ama tekrar etmemde yarar var. Bu söyleşiden de 'kemoterapi yaptırmamalı' gibi bir sonuç çıkmamalı. Dizdar da tıpkı Aktaş gibi kemoterapinin sorgulanmasını vurguluyor, yoksa bu tedaviye asla tümden karşı çıkmıyor. Başlık aslında yine aynı; "Kanser değil, gereksiz kemoterapi öldürüyor!" Ve Dizdar da aynı uyarıyı yapıyor, "Kemoterapi insanı öldürübilir. Her hasta için ayrı bir tedavi vardır. Bu iş, hazırgiyim işi değil, terzilik işi..." 

Sınırsız kemoterapi öldürüyor!

- Amerika'da yapılmış bir araştırmada onkologlara sormuşlar, "Siz kanser olsanız kemoterapi yaptırır mısınız?" diye... Büyük çoğunluk "Hayır yaptırmam" diye yanıtlamış. Peki siz yaptırır mısınız? Diyelim ki chek-up yaptırdınız ve küçük bir kitle bulundu...

Hayır, eğer rastlantıyla bir tümör bulunduysa kemoterapi yaptırmam. Çünkü önce nasıl seyrettiği konusunda bilgi sahibi olmak isterim. İki ay sonra tekrar baktırırım. Bir ay erken olur derim, genelde kendi hekimlik pratiğimden de yola çıkarak...

- İki ay fikir verir mi tümörün büyüp büyümeyeceği konusunda?

Evet...

- İki santim, üç santim de olsa kitle onu izlemekten yana mısınız?


Hayır. Cerrahi olarak erişilebilir bir yerdeyse, saptadığınız anda çıkarılmasına karşı değilim. Bizim nosyonumuz da budur. Orada bir şey saptarsanız bunu bir şekilde çıkartırsınız. Zaten tartışmalı kısım sonrasındaki kısım. Cerrahın hakkını her zaman teslim ediyorum. Yoksa varsayalım ki karaciğerde bir santimlik bir şey saptandı ve net olarak bir şey de söylenemiyor. 'Bu iyi natürlü bir şey midir kötü natürlü bir şey midir?' diye... Bunun iki ay sonra ultrasonla büyüyüp büyümediği ya da içinde bir değişiklik olup olmadığını saptamak hasta açısından bir kayba neden olmuyor.

- Büyüme konusunda bir sinyal veriyor iki ay izleme, öyle mi?

Evet. Ama şunu da söyleyeyim; insanoğlu dış dünyaya çok fazla bağlı. Yani sizin saçınızın uzama hızı bile mevsimden etkileniyor. Bir şeyin nasıl seyredeceği kısmını o yüzden olabildiğince kısa sürelerle izlemek daha doğru... Şimdi bir yığın arkadaşımıza bakıyorsunuz işte memesinde küçücük bir şey bulunuyor. O bir şey çıkartılıyor. Tamam, koltukaltına bakıyorsunuz bir şey çıkmıyor. Buna rağmen "Sana dört kür, altı kür kemoterapi yapmamız lazım ama memeyi de koruduğumuz için üzerine de radyoterapi yapmamız lazım" deniyor. Ondan sonra da diyorlar ki sana bir üç yıl, beş yıl da hormon tedavisi vereceğiz. Şimdi bu tedavilerin yan etkilerine baktığımızda tıbbi anlamda hep akut yan etkiler. Yani bulantı, kusma, kilo kaybı, saçların dökülmesi... Bir süre sonra bunların hepsi yerine geliyor. Ama hastanın bunları yerine koyacak rezervleri iyi değilse, iyi olsun diye başlanan bir tedavinin sonucu hiç de iyi olmayabiliyor.

Kemoterapi; ne kadar az, o kadar iyi!

- Peki, hangi durumlarda kemoterapi şart? Ya da şöyle sorayım, kemoterapi hangi durumlarda hayat kurtarıyor?

Kemoterapi ile çok başarılı olduğumuz hastalıklar var, bunları biliyoruz. Lenfomalarda çok başarılıyız. Testis tümörlerinde çok başarılıyız mesela. Hakikaten üstüne çok fazla şey koyuyor. Bir anda olayı sıfıra indirgeyebiliyoruz. Ve hastanın hastalığını tamamen ortadan kaldırabiliyoruz. Burada sorgulanması gereken kısım hep koruma mantığıyla olan kemoterapiler. Kalın bağırsağınızda tümör olduğunu varsayalım, tümörü almışsınız, bakmışsınız lenf düğümlerinde de 20 tane düğümden bir tanesinde kanser var. Koruma maksadıyla kemoterapi yapalım, tamam... Ama ne kadar? Bir kür tamam, iki kür tamam. Eğer 6 ay yapalım derseniz, o zaman durum değişiyor. Altı ayın içinde çünkü 8, 12 kür kemoterapiden bahsediyorsunuz. O zaman kemoterapinin etkileri de bir şekilde kendini göstermeye başlıyor. Çünkü artık hastalık yok ortada, olmayan bir hastalığın hastalık yapma olasılığını tedavi etmeye çalışıyorsunuz.

- Ve belki de o olasılık değil ama kemoterapi hastalık yapabiliyor üstelik...

Evet. Belki de bununla birlikte bir hastalığı da tetikliyorsunuz. Çünkü hastaların seyrine baktığınızda siz bu tedavileri ısrarla sürdürdüğünüzde bir süre sonra damarlarında pıhtılaşma sorunu ortaya çıkmaya başlıyor. Bu kural kadar net... Bu sefer emboli oluşmaya başlıyor. Bu sefer kan sulandırıcı vermek zorunda kalıyorsunuz hastaya. Hep aslında mantık aynı... Bu yüzden kemoterapinin sorgulanması gerekiyor.   

Kemoterapi sürecinin sorgulanması lazım!

- Dr. Ümit Aktaş, "Kanser değil, gereksiz kemoterapi öldürüyor" dedi. Siz ne diyorsunuz hocam?

Doğru. Ben önüme gelen hastaları biliyorum. Gördükleri tedavinin hastalarda ne gibi değişiklikler yaptığını izliyorum. Hastaların bir kısmının tedaviden fayda gördüğünü, önemli bir kısmının ise tedavinin uzatılması durumunda en azından ciddi sorunlarla karşılaşmaya başladığını biliyorum. Çünkü gerçekten de gereksiz yere kemoterapi yapılabiliyor. Daha geçen hafta bir telefon geldi, hasta 80 yaşında. "Acilen kemoterapiye başlayalım" diye bir talepte bulunmuşlar.

- Kim bulunmuş?

Bir özel hastane. "Nasıl acilen kemoterapi?" diye sordukları zaman, "Yapmak lazım, eğer yapılmazsa hasta ancak şu kadar yaşar" demişler. 80 yaşındaki bir hastanın kemoterapiyi kaldırıp kaldıramayacağı meselesi bir soru işaretidir. Bu işin bir yüzü. İkinci yüzünde şu var; siz kemoterapi yaptığınız zaman, bu kemoterapinin fayda verip vermediğini neye göre söylüyorsunuz, bu da çok önemli. Çünkü doktorların çoğu, hastaya baktıkları zaman onun hastalık durumuyla değil, tümör çapının küçülüp küçülmediği üzerinden bir yoruma gidiyorlar. Fakat esas olan hastanın genel durumudur. Evet, çoğu hastanın vücudunda tümör bulunmaktadır, ama bu tümörün geleceğinin ne olup ne olmayacağı konusu herhangi bir şekilde tartışılmamaktadır. Oysa önemli olan, o insanda hastalık olup olmadığıdır.

- Yani o tümörün varlığının o insanda hastalık yapıp yapmadığıdır... Doğru mu?

Kesinlikle. Tamam hastada bir sorun var, bu bir şekilde saptanmış... Mesela hasta doktora "Benim ayağım ağrıyor" diye başvuruyor. Doktor ondan birtakım tetkikleri istiyor. Bunların içerisinde performans kriteri de vardır. Çünkü doktor performansla para kazanıyor. Hastaneden bu performansının karşılığında bir ücret alıyor. O zaman ne oluyor? "Sen git bir gastroskopi yaptır", "Sen git bir de kolonoskopi yaptır" derken, en sonunda adamın ayak ağrısıyla hiç ilgisi olmayan bir yerinde bir tümör bulunuyor. Şimdi bu tümöral oluşumu siz hastalık olarak mı kabul edeceksiniz, yoksa rastlantıyla yakaladığınız bir şey olarak mı kabul edeceksiniz? Birinci tartışılması gereken konu bu.

- Peki burada ne yapmak, nasıl bir yol izlemek gerekiyor?

Birincisi o tümör o insanda bir hastalık yarattı mı, ona bakmak gerekiyor. İkincisi; biz bu tümöre ne kadar müdahale edebiliriz? Üçüncüsü; madem bu adamın hiç şikayeti yok, mevcut olan kitle bu zaman süreci içersinde nasıl bir değişiklik gösterecek, en azından onu iki ay izlemek de gerekebilir. Çünkü her zaman bir şeyin bir şeye dönüşmeyeceğini de biliyoruz.

- Yani bir kitle bulunduğu gibi zarar vermeden de kalabilir yıllarca, öyle mi?

Tabii... O kadar çok hasta var ki bu şekilde karşılaştığım. Çünkü diğer meslektaşlarımız, medikal onkologlar ya da cerrahlar hastanın yaşı ve başka hastalıkları olması nedeniyle bir şey yapılamaz dedikleri için ya da hasta ben vücuduma bıçak değdirmem deyip cerrahi müdahaleyi ve sonrasında yapılacak olan kemoterapiyi reddetmesi nedeniyle bir girişimde bulunulmuyor ve hasta yaşıyor.

- Peki diyelim ki bu hasta kemoterapiyi reddetmedi...

Bir kere şunu baştan söyleyelim; kemoterapi bir zehir tedavisidir. Birtakım bitkiler içinden elde edilmiş, daha yakın geçmişte kimyasal silah olarak da kullanılmış olan bir ilaçtan bahsediyoruz... Siz böyle tehlikeli bir ilacı, dozunu ayarlayıp kanserle tedavi stratejisinin bir parçası olarak kullanıyorsunuz. Dolayısıyla zaten en başından masum bir şeyden bahsetmiyoruz! Siz zehiri doz edilmiş halde veriyorsunuz. Yani bu olmayanı yerine koyma tedavisi gibi bir şey değil. Mesela sizde D vitamini eksikliği vardır, D vitamini verirsiniz, vücudun eksiğini yerine koyarsınız. Bu öyle bir tedavi değil. Dozu iyi ayarlamak gerekiyor. Çünkü aksi halde adam geliyor, bir hastalık tanımlanmış, ama hasta değil, bir sıkıntısı yok. Bakıyorsunuz yaşı da genç. 50 küsur yaşında. Genel fiziksel durum olarak da gayet iyi. Daha birinci kemoterapiyi aldığında darmadağın oluyor, yoğun bakıma düşecek kadar. Bu durumda iki şeyi sorgulayabilirsiniz. Bir, ya verdiğiniz ilacın siz etkisini bilmiyorsunuz, yani bunun olmaması lazım ya da getirilmiş olan ilaç bir muadil, ucuz bir yerden bulunmuş ve saf değil. Bununla birkaç kez karşılaştım.

- Kemoterapi ilacı nasıl saf olmaz?

Kadın gelmiş, meme kanseri için tedavi görüyor. İlk üç kemoterapi hiçbir sıkıntısı yok kadının. Dördüncü kemoterapide dağılıyor. Ne oldu diyoruz, ne değişti? Bakıyorsunuz, o kemoterapi şemasının içindeki ilaçlardan birinin orijinali bulunamamış, uzak diyarlardan getirilmiş bir muadil ilaç kullanılmış. O zaman işin adını başka yere çekmeniz gerekiyor. Demek ki diyorsunuz bu ilacın içinde saf olmayan, birtakım karışık kuruşuk başka şeyler de var. Çünkü ilacı pahalılaştıran şey, saflaştırma işlemidir. Bu işin bir tarafı... İkinci tarafı da şu; siz bu ilaçları uyguladığınız zaman vücudun rezerv savunma mekanizmasının bir kısmını tüketmeye başlıyorsunuz. Ama bir şey daha var; bu gereksiz kemoterapi öldürür lafının arkasındaki aslında vurgu şuraya gitmektedir. Doktorların sınırsız kemoterapi yapmaya çalışmaları... Beş yıl boyunca sürekli kemoterapi görmüş, en sonunda dişleri dökülmüş insanlar görüyorum.

Bir şekilde bize geliyorlar, bilgi almaya çalışıyorlar, biz de yardımcı olmaya çalışıyoruz. Ama siz bir insanda varsayalım ki tesadüfen iki santimlik bir tümör buluyorsunuz, biz bu iki santimlik tümörü yok edeceğiz. Hasta bakıyorsunuz, normalde herhangi bir şikayeti yok, ama bir tarafında doğrulattığınız bir tümör var. Kemoterapiyi yapıyorsunuz bir şey olmuyor. İkincisini, üçüncüsünü de yapıyorsunuz... Yine tümör öylece duruyor. Ama kemoterapiye devam ediyorsunuz. Çünkü siz bu tümörün büyüyeceğini varsayıyorsunuz. Bu bilimle hiçbir şekilde örtüşmeyen bir şey... Nasıl varsayabiliyorsun? Varsayım üzerinden tıp olmaz ki!

- Orada bırakılırsa belki de vücut onunla mücadele edecek ve tümör hastalık yapmayacak denilebilir mi o zaman?

Tabii ki... Hastanın bir şikayeti yok. Belki vücuda bu şansı tanırsanız hasta bundan kendi şartları içinde de bir şekilde mücadele edebilir. Siz bir şekilde bunu yakalamışsınız, bulmuşsunuz. Bir hastalık formuna dönüşeceğini düşünerek hastaya o iki santimi ortadan kaldırabilmek amacıyla sürekli toksik birtakım maddeler veriyorsunuz. Bu toksik maddeler her seferinde hastanın vücudundan birtakım şeyler alıyor. Bugün modern tıp diye baktığımız alanın, hastalara beslenmeleri konusunda hiçbir şey söyleyemediklerini görüyoruz. Hep sürekli söyledikleri dengeli beslenin, vitamin, mineral, Omega 3 alın. Bu kadar. Başka hiçbir şey söyleyemiyor. Onu da kutu mama satarak karşılamaya çalışıyorlar.

- Kutu mama?

Beslenmesi için kemoterapi gören hastaya mama satıyor. Çünkü ihtiyacı var, normal gıdayı yutamıyor, çiğneyemiyor. Tamam, mamayı verelim ama bu hastanın bir kere normal beslenmesi lazım. Hadi bu da olabilir, bunu da anlayabiliyorum ben. Ama en azından şunu bilmemiz gerekiyor: Verilen her bir tedaviyle hastanın vücudundan eksilen kısım her neyse bunun sağlıklı biçimde yerine konması gerekiyor. Siz bunu yerine koymadığınız takdirde mevcut olanı da zaten zaman içinde yavaş yavaş yemeye başlıyorsunuz...

- Bir örnek verebilir misiniz?

Dört kür kemoterapi yapmışsınız. Tümörün çapında hiçbir değişiklik olmamış, siz bunu ısrarla sekize, 12'ye çıkartmaya çalışıyorsunuz. 80 yaşında bir adamcağız geldi karşıma. Boynunda kocaman bir tümör, lenfoma var. 12 kür kemoterapi yapılmış, hiçbir değişiklik olmamış. Lenfome dediğiniz şeyin iki kür kemoterapiyle silinmesi gerekirdi. Eğer bu iki küre yanıt vermediyse 8 küre, 12 küre de yanıt vermez. Ama hala ısrarla kemoterapi deniliyor. Sonra ne oluyor? Siz sınırsız kemoterapiyle hastanın savunma sistemini, onun hayatta kalmasını sağlayan rezervlerini ortadan kaldırıyorsunuz. Sordum "Niye 12 kür yapıldı?" diye... "Kemoterapiyi koruyucu anlamda yapıyoruz" demişler. Tamam, da nereye kadar koruyoruz bir, neyle koruyoruz iki? Toksik bir şey vererek, zehirleyerek korumaya çalışıyoruz. Peki, bugün için kemoterapi protokolünün hastaların yaşam süresini anlamlı arttırdığına dair, hele metastatik hastalarda çok ciddi bir veri var mı elimizde, hayır yok. Öyleyse niye ısrarla, sınırsız kemoterapi?

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar:
Özellikle kanser hastalarının kollajen tüketmeleri gerekiyor. Kollajen, kemik suyunda var, paçada ve gerçek tavuğun suyunda var. Eğer hasta böyle beslenirse hem tedaviyi kaldırması hem de ileride sağlığına kavuşması daha kolay oluyor...

- Dünkü konuşmamızda "Sınırsız kemoterapiyle hastanın hayatta kalmasını sağlayan rezervlerini ortadan kaldırıyorsunuz" demiştiniz. Yani bağışıklık sistemi mi çöküyor hastanın?

Sadece bağışıklık değil tabii... Sizin hastaya verdiğiniz herhangi bir ilacın, toksik, yani zehirli etkisinin karaciğerde yok edilmesi için birtakım mekanizmalar çalışıyor. Bu mekanizmalar neyle çalışıyor? Hammadde girdisiyle... İşte sorun burada çıkıyor. Bu mekanizmalar ancak gerçek gıdayla beslenildiğinde doğru çalışıyor. Sahte gıdayla beslenmeye çalışırsanız çöküyor. Dolayısıyla sizin elinizdeki insanlar artık bundan 20 yıl kadar önceki dayanıklı insanlar değil.

- 20 yıl önce insanlar kemoterapiye daha mı dirençliydiler?


Öyle bir varsayımı söylemeniz mümkün. ABD her açıdan bizden 50 yıl önden gitmiştir. Hastalıklar açısından da... Biz bu önde gidişte ne görüyoruz? Öncelikle gıdaların endüstrileşmesini ve buna bağlı olarak da hastalıkların artışını görüyoruz. Türkiye'de de son 15 yıl içinde bir gıda değişikliği oldu. "Bu, toplumda kanser vakalarının ve pek çok hastalığın artışına sebep olsa da, ne mutlu ki Amerika'yı yakalayamadı" diyor meslektaşlarımız. Evet, biz hâlâ Amerika'ya göre daha iyi bir durumdayız ama eğer aynı yolu izlemeye devam edersek Türkiye'deki insanların bünyesinin de bu şekilde değişeceğini biliyoruz. Mesela bizim margarinle tanışmamız 1950'lerdir, Amerika 1910'da tanışıyor... Biz kutu sütle 20 yıl önce tanışmışız, Amerika 1950'de... Bugün New York'a gidin, "Süt nasıl bozuluyor?" diye sorun, bunu kimse hatırlamayacaktır. Onlar, "Süt bir ay dayanmaz" lafına da herhangi bir yanıt veremeyeceklerdir. Çünkü zaten bunun normalinin artık ne olduğunu bilmemekteler. O yüzden kutunun üzerine tarih yazarsınız, endüstri döngüsünü sürdürmek için tabii ki... Çünkü aslında bu sütün o tarihte de bozulmayacağını, dört ay, altı ay daha dayanacağını biliyoruz...

- 14 yıl bozulmayan bir hamburgerden bahsediyoruz bugün...

Evet. Çünkü bazı işlemleri yaparsanız o hamburger bozulmaz. İlginç geliyor insanlara ama biraz kurur sadece. Evde iki yıldır kek saklıyorum, hiçbir şey olmadığını biliyorum. Bir miktar kuruyor, herhangi bir küflenme söz konusu değil.

- Süt de, kek de bozulmuyor ama onları tüketen insanlar bozuluyor..
.

Kesinlikle... Bizim 20 yıl önce böyle beslenmek hayatımızın küçük bir parçasını oluşturuyordu, bugün artık açılmış olan ucuz marketler nedeniyle köylerde de bu ürünler tüketiliyor. Vücudumuz için gerekli kaynağı sadece buradan alıyoruz. Bol hormonlu, bol tarım ilacı artıklı, ama raf ömrü uzun gıdaları yiye yiye de her geçen gün daha çok kansere yakalanıyoruz... Alzheimer'lı yaşlılar, hiperaktivite sendromlu çocuklar hızla artıyor. Bu işin bir tarafı, diğer tarafı ise şu; sürekli kemoterapi gören hasta bir süre sonra çiğneyemiyor, yutamıyor... Ona kutu mama veriyoruz. Tamam, mamayı verelim ama bu hastanın normal beslenmesi lazım. Çünkü en azından şunu bilmemiz gerekiyor; verilen her tedaviyle hastanın vücudundan eksilen kısım her neyse bunun sağlıklı biçimde yerine konması gerekiyor. Siz bunu yerine koymadığınız takdirde vücut mevcut olanı da zaman içinde yavaş yavaş yemeye başlıyor...

Dün de bahsettim, kemoterepide hastayı toksik bir şeyle, yani zehir vererek iyileştirmeye çalışıyorsunuz. Bu arada sürekli olarak hastanın vücudundan birtakım şeyleri yemeye başlıyorsunuz. Onun hayatta kalmasını, mücadele etmesini sağlayan rezervlerini ortadan kaldırıyorsunuz çünkü. İnsanın vücudunun bir rezervi var. İşte tıp bu alanda, hele onkoloji alanında hastaya nasıl beslenmesi gerektiği konusunda hiçbir şey söylemiyor. O zaman şuraya geliyor mesele; eğer kemoterapiyi abartırsanız, bu hasta da vücut olarak bunu karşılayamaz bir kaynağa sahipse, siz hastalıkla değil, artık tedavinin yan etkileriyle mücadele etmek zorunda kalıyorsunuz.

Oynanmış gıdalarla beslenmeyin

- Kanser hastaları nasıl beslenmeli?


Hastanın yediklerinin gerçek, oynanmamış gıdalar olması gerekiyor. Mama bir yere kadar katkıda bulunabilir. Ama ana beslenme unsuru oluşturamıyor. Çünkü baktığınız zaman mamanın içinde de süt proteini var. Bunun yerine gerçek süt bulacaksınız, bundan yoğurt yapacak, onu tüketeceksiniz. Ama burada benim özellikle vurgulamak istediğim şey şu; hastaların kollajen tüketmeleri gerekiyor. Yani jöle... Bu, kemik suyunda var, paçada ve gerçek tavuğun suyunda var. Ama kollajenin açığa çıkması için tavuğun, paçanın uzun süreli pişirilmesi gerekiyor.

- Neden kollajen tüketmeli peki?

Çünkü kemoterapide verilen ilaçların vücudun kollajen sentezini bozma gibi bir etkisi var. O zaman vücut bir şekilde çözülmeye başlıyor. Bu uzun vadede olan bir şey... Eğer vücut bu kollajeni yerine koyabilirse, o zaman hastanın hem tedaviyi kaldırması hem de ileride sağlığına kavuşması daha kolay oluyor. Çocukların da paça yemesinde büyük fayda var. Çünkü büyüme aşamasındalar...

Canlı süt ve yoğurtla beslenin

- Paçadan başka ne öneriyorsunuz?


Vücudun savunma mekanizmasını oluşturan 'glutatyon' dediğimiz molekül özellikle gerçek süt ve yoğurtta var. Kemoterapinin zararlı etkilerinin ortadan kaldırılması bu molekülle oluyor. Bu yüzden bol bol gerçek yoğurt tüketmekte fayda var. Ama gerçek gıdalarla değil de sahtelerle beslenirsek aynı etki olmuyor.

- Bağışıklık sistemimizi güçlendirmek için öncelikle ne yemeliyiz peki?

Gerçek süt ve gerçek yoğurt. Bunlar tam gıdalar ve faydaları artık bilimsel olarak da ortaya kondu. Biliyorsunuz anne sütüyle beslenen çocuklar hastalıklara çok daha az yakalanıyor. Çünkü anne sütü tam ve canlı bir süt...

- Canlı sütten kasıt nedir?

Günlük, oynanmamış, doğal... Sütün bu canlı halinin çok önemli bir özelliği var; vücuda giren yabancı, kanser yapıcı maddeleri tutup, bağlama ve vücutta emilmesini engelleme özelliği...

Zehirlenmelerde yoğurt yedirtilmesinin mantığı da bu. Çünkü mesela gördük ki anne sütüne de tarım ilacı bulaşıyor, bu anne sütünü emen bebekte bir sıkıntı çıkmıyor. Demek ki sütün bu tutma özelliğine bağlı olarak çıkmıyor. Ama bunun için sütün özellikle homojenizasyon ve UHT işleminden geçirilmemesi gerekiyor. Aynı şey yoğurt için de geçerli.



Bu haber 2,203 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,667 µs