En Sıcak Konular

Mayınlı araziler temizleniyor mu? Yoksa!

3 Haziran 2009 13:44 tsi
Mayınlı araziler temizleniyor mu? Yoksa! Bir anti-personel mayının etkisi 75 yıl. Yaşadığı süre içinde sudan ve diğer dış koşullardan etkilenmiyor.

Mayınlı araziler temizleniyor mu? Yoksa esas şimdi mi döşeniyor?

Bir anti-personel mayının etkisi 75 yıl. Yaşadığı süre içinde sudan ve diğer dış koşullardan etkilenmiyor.

Türkiye 1959 yılında Hatay’dan başlayıp, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak’a kadar 510 km uzunluğunda 350 m. Derinliğinde bir alanı mayınlamıştı. Yani iki Kıbrıs kadar. Resmi verilere göre söz konusu alana 981 bin 790 mayın döşenmiş.

Bu mayınları döşemedeki amacımız; sadece “yasadışı sınır geçimini” engellemek için değildi herhalde. Toprakların” bir karışını bile kimselere kaptırmama duygusu” toprakları ekilip biçilemez, hatta basılamaz hale getirdi, yıllar yılı.

Amerika ve Avrupa’daki birkaç sivil toplum kuruluşu kara mayınlarına karşı kampanya başlatana dek kara mayınlı bir hayat yaşadık ülke olarak. Bazen kolunu bacağını bazen de yaşamını yitirdi insanlarımız bu mayınlı tarlalarda. Kampanya bir süre sonra meyvesini verdi ve Ottowa Sözleşmesi adıyla bir sözleşme yayınlandı. Anti personel mayınlar yasaklandı.

Türkiye’de Ottowa Sözleşmesi’nde taraf oldu. Türkiye taraf olduğu Ottowa Anlaşması’na göre 2014’e kadar sınırdaki mayınları temizlemesi gerekiyor. Ancak bir mayının bulunup çıkarılması ve imhası için gerekli para döşeme maliyetinin elli ile yüz katı arasında olduğu belirtiliyor(!). 1959 yılında bir delinin kuyuya attığı taşı şimdi 50–100 akıllı çıkarmaya uğraşıyor mu demek lazım? Yoksa Çetin Altan’ın Nasrettin Hoca uyarlamasını mı yaşatıyor bize Meclis.
—Suriye sınırındaki mayınlı arazi için ne düşünüyorsun Hoca?
Nasrettin Hoca, sakalını sıvazlayarak gülümsemiş.
-“Nasıl indireceğini bilemediğin eşeği dama çıkarma” derler ama şimdi onu değiştirmek lazım. “Nasıl çıkaracağını bilmediğin mayınları, Kıbrıs adası büyüklüğündeki bir araziye gömme”… 

Şimdi bu mayınların temizlenmesi karşılığında söz konusu alan-sınır 49 yıllığına bir şirkete Yap-İşlet- Devret modeliyle verilmesi için Meclis toplanıyor, yasa çıkarmaya çalışıyor. En büyük adayın İsrailli bir şirket olacağı yaygın bir kanı olduğu için kamuoyunda şiddetli bir tartışma başladı; kızılca bir kıyamet koptu dense yeridir. Kızılca kıyametin kopması da birçok nedenden dolayı doğrudur, yerindedir.

Türkiye ile sınır olan Suriye ve Irak sınırına yerleşmiş olacak olan İsrail Türkiye’nin ve diğer ülkelerle birlikte bölge dengesi açısından yaratacağı sonuç mayından daha etkili bir patlayıcıya dönüşebilir(mi?) Başka bir deyişle mayın mı temizlenecek yoksa esas şimdi mi döşenecek bunun açıklığa kavuş(turul)masında sayısız yarar var.

Bu kez kuyuya atılacak bir taş ilerde 50 ile 100 akıllı tarafından çıkarılabilir mi? Böyle bir endişe kamuoyunda var. İsrail’in tarihine bakıldığında endişelenmek için de sayısız veri orta yerde duruyor. Elbette ki, bu konu siyaset ve strateji uzmanları tarafından tartışılıp açığa kavuşturulması gerekir. Ancak şunu hemen belirtelim. Konu ihale etme, şirketlere aktarma olunca Başbakan; “farklı etnik kimliktekilerin kovulması faşizanlıktır” diyebiliyor. Şirketler için kolaylıkla “renk ve yön” değiştirip “devrimcileşebiliyor ve demokratlaşabiliyor” Başbakanın şirketler söz konusu olduğundaki bu tereddütsüz değişim ve manevraları nedeniyle bir oturup bin düşünmek gerekiyor.

Düşünmemiz gereken bir başka konu daha var. O da dünyada yaşanan mali kriz nedeniyle gündemin dışına düşen gıda krizi etkilerinin aslında artarak ediyor olmasıdır.

Küresel iklim değişikliğinin gıda krizini arttırdığı biliniyor. Gıda ticaretinin borsaya konu edilmesi ve toprakların bir bölümünün agro (bitkisel) yakıta ayrılması gibi “ekonomik gereklilik” içerikli politikalar gıda krizine neden oluyor. Sebep ne olursa olsun gıda krizinin derinleştiği bir süreçteyiz.

Gıda krizine neden olan sorunları ortadan kaldırmak yerine zengin ülkeler ile büyük tarım ve gıda şirketleri yoksul ülkelerin büyük tarım alanlarının kullanım haklarını satın alıyor.

Bu çözüm/yöneliş başta Birleşmiş Milletler Tarım Örgütü (FAO) olmak üzere birçok kurum, örgüt ve ekonomist tarafından yeni sömürgecilik olarak adlandırılıyor.

Geçtiğimiz aylarda Güney Kore şirketi Daewo Lojistics, Madagaskar’da bir milyon hektar tarım arazisini 99 yıllığına kiralamayı planladığını duyurdu. Hedef 2023 yılına kadar 5 milyon tonluk mısır üretimi kapasitesine ulaşmak. Şirket, ayrıca yine Güney Kore pazarı için palmiye yağı üretmek üzere Güney Afrika’da 120 bin hektarlık bir arazi daha bakıyor.

Tarıma elverişli toprakları yüzde 1 ile sınırlı olan Katar da, Kenya’dan 40 bin hektar toprağın kullanım hakkını istedi. Katar daha önce pirinç yetiştirmek üzere Kamboçya’dan, mısır ve buğday yetiştirmek için Sudan’dan, sebze üretimi için de Vietnam’dan toprak almıştı.

5 milyon kişinin gıda yardımına muhtaç olduğu Sudan’da hükümet, 900 bin hektar arazinin kullanımının hakkını saltığa çıkarmış durumda. Katar’ın dışında Kuveyt’in bu arazilerle ilgilendiği biliniyor.

Suudi Bin Ladin gurubu basmati pirinci yetiştirmek üzere Endonezya’yla pazarlık halinde. Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileri ise Kazakistan’da büyük tarım projelerine yatırım yapıyor.

Libya Ukranya’da 250 bin hektarlık bir alanın sahibi. Çok geniş topraklara sahip Çin bile susuzluk sorunu nedeniyle Güneydoğu Asya’da toprak satın alma ve kiralama anlaşmaları yapmaya başladı. Laos tarım alanlarının yüzde 15’ine karşılık gelen 2 buçuk milyon hektarlık bir alanın kullanım hakkını bu ülkeye sattı.

Bu listeyi uzatabiliriz, ama gerek yok… Ancak kaygılıyız. Bu listeye şimdi de Türkiye (mi) ekleniyor!

Kamuoyunda tartışıldığı biçimiyle Türkiye mayınlı arazileri temizlemesi karşılığında iki Kıbrıs büyüklüğündeki tarım arazisini İsrail’e vermek istediği söyleniyor.

Yukarıda toprak alan ülkelerin listesine dikkat edecek olursak zengin ülkeler onlar. Yoksul ülkelerin topraklarını paranın onlara verdiği güçle ele geçiriyor. Demek ki savaş sadece tankla, topla, uçakla kazanılmıyor, artık. Kendine azgelişmiş ülke içinde önce yandaş bul, iktidara gelmesi için destek ver, sonra iktidar olunca da şirketlerinle gir. Önce yoksullaştır, güçsüz bırak, sonra ekmeğini elinden tanksız, topsuz, uçaksız, işgalsiz al…

Peki, Türkiye zengin/gelişmiş bir ülke mi? Hayır! Temel besin maddelerinde kendine yeterli mi? Hayır! O halde bu satış niye?
Bizim hükümetin İsrail’e vermek istediği mayınlı arazilerde bu güne kadar tarımsal üretim hiç yapılmadı. Türkiye’nin birinci sınıf toprakları aynı zamanda en temiz toprakları. Bu toprakların bir hektarı kalite bakımından 5 hektara bedel.     

Mayınlı araziler kalite ve temizlik bakımından üst düzeyde olduğu için burada yapacağımız organik tarımla eğiticilik, öğreticilik ve öncülükle Türkiye tarımını aşamalı olarak organik tarıma döndürme olanağı sunuyor. Toprak büyüklüğü, kalitesi ile Türkiye tarımında devrim yapabilecek bir olanak altın tepside İsrail’e sunulmak isteniyor. Kendi ülkende insanlar yeterli beslenemiyor ve işsiz ise toprağını kalkıp başkalarına vermek için evet oyu kullanıyorsan iktidar muhalefet milletvekili olman fark etmez hiç gocunmayacaksın vatanseverliğin tartışılır, tartışılmalı da. Eğer tartışılmıyorsa o zaman düşünmek hatta “paniklemek” gerekiyor.

Çünkü “bir süreliğine de olsa” Hükümet bu politikasıyla ülke yüzölçümüyle oynuyor. Türkiye yüzölçümü bilindiği gibi 760 bin km2. Mayınlı araziler temizleme karşılığı olarak İsrail’e kullanım hakkı verildiğinde ülke yüzölçümü iki Kıbrıs büyüklüğünde küçülecek. Yani Türkiye yüzölçümü artık 760 bin km2 olarak kalmayacak. Başka bir deyişle Suriye Irak ile olan sınırımız 350 m. kuzeye çekilecek demektir!

Türkiye’de bunca topraksız ve yoksul çiftçi varken, temel besin maddelerinde kendine yeterli değilken bu toprakların İsrail’e verilmesindeki ısrarlı tutum niye?

O zaman ne yapmalı?

Mayınlı arazilerin temizlenmesinden vazgeçilmemeli. Ancak para karşılığı temizletilmeli. Türkiye’nin temiz toprakları Türkiye’ sınırı içinde kalmalı ve kendi çiftçileri tarafından işlenmeli. Organik tarım yapma koşuluyla topraksız ve az topraklı çiftçilere dağıtılmalı. Kamu burada bir veya iki adet “Organik Tarım Meslek Yüksek Okulu” açarak eğitim hizmeti vermeli. Kamu eğiticilik, öncülük ve öğreticilik misyonu üstlenerek alanı organik tarım için pilot bölge olarak değerlendirmeli.

Böylece Türkiye tarımı doğayla dost olmayan, insan sağlığı için risk oluşturan, toprağı ve suyu kirleten endüstriyel üretim tarzından bilge köylü tarımcılığına uygulamalı olarak geçebilmek için bu temiz araziler kullanılmalı.

Kim bilir, belki hükümet bu melanetten çıkış olarak çiftçilerin de iyiliğine bir iş yapar. Ne dersiniz?

Ali Bülent ERDEM                            Abdullah AYSU
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu    Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu
(ÇİFTÇİ-SEN)                                ( ÇİFTÇİ-SEN)
Genel Sekreteri                                    Başkanı



Bu haber 1,214 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,186 µs