Biyolojik istila ! | " /> Biyolojik istila ! | "/>

En Sıcak Konular

Biyolojik istila !

15 Ekim 2010 11:28 tsi
Biyolojik istila ! İnsanlığın giderek daha çok hareket halinde olması çeşitli canlıların bir ekosistemden diğerine geçme hızlarını radikal bir biçimde arttırmış bulunuyor.

Egzotik* Canlı Türlerinin Kestirilemeyen Yayılımı 
                   

İnsanlığın giderek daha çok hareket halinde olması çeşitli canlıların bir ekosistemden diğerine geçme hızlarını radikal bir biçimde arttırmış bulunuyor. Egzotik türler doğal toplulukları işgal ettikçe, bu yayılma ile başa çıkamayan yerli türler yok oluyor. Egzotik canlılar küresel biyolojik çeşitliliği tehdit ediyor ve giderek ekonomik bir yük oluşturuyorlar.

Geçmiş kuşaklar Amerika’nın Florida eyaletindeki bataklıklara bir çare bulunması gerektiğini
düşünüyorlardı. Florida yarımadasının ucundaki büyük bataklık sivrisinek yuvası, testere otlarıyla dolu , sıcak ve berbat bir mekandı. Uygarlık ve sanayi gelişmesine bir engel olarak görülüyordu. Asrın başında, ABD Tarım Bakanlığı yetkilileri yerel halka melaleuca ağacı  (Melaleuca quinquenervia) tohumları dağıtmaya başladılar. Bu hızlı gelişen, Avustralya kökenli ağaç suyu emiyor ve hastalık kaynağı bataklıkları kurutuyordu. Ağaç o kadar tutundu ki, 1930'lu yıllara gelindiğinde, fidanlık sahipleri talebi karşılayamaz olmuşlardı.

O günden beri, ağacın zararları, yararlarını kat kat aşmış bulunuyor. Neredeyse geçit vermez biçimde sık büyüyen ağaçlar,  etraftaki bütün diğer bitkileri kovdu. Köklerinin çıkardığı zehirli bir madde diğer bitkileri öldürdüğü gibi, havaya saldığı zerrecikler de insanları zehirliyor, deri kaşıntıları ve solunum güçlüğüne neden oluyor.  Üstelik yangına dayanıklı , yandıkça daha çok yayılıyor. İçi su çekmiş sünger gibi, ancak dış kabuğu çıra gibi kuru ve yapraklarında kolay tutuşan bir nevi yağ var. Hızla su çekmesine rağmen, patlar gibi yanıyor.
Yangından birkaç gün sonra, ağaçlar yeniden dal veriyor ve yanmış topraklara  milyonlarca tohum saçılıyor. Bu tohumlar üç gün içinde filizlenmeye başlıyor ve bir yılın sonunda yeni ağaçların boyu iki metreye yaklaşıyor. Florida sulak alanlarının 600,000 hektarını istila eden  Maleleuca, önlem alınmazsa yakında bu alanların hepsini kaplayacak.

Bu ağacın istilası, yabancısı oldukları ekosistemlere taşınan türlerin tipik davranışının bir örneği. Doğal ortamlarında  büyüme ve yayılmalarını engelleyen hastalık ve  yırtıcılardan kurtulunca, egzotik türler ekosistemlerin altını üstüne getirebiliyorlar. Yayıldıkça da daha nazenin ve ender türleri yok ediyorlar. ABD’nin nadir ve tehdit altındaki canlılar listesindekilerin %30u, egzotik türler yüzünden bu duruma düşmüş bulunuyorlar.

Türlerin bir mekandan bir başka mekana göçü aslında bir doğa olayı. Ama, işin içine insan eli girince, boyutları çok büyüyor ve tarihte rastlanmamış bir ölçüye ulaşıyor. Yabancı türlerin istilalarının salgın boyutlarına ulaştığı Hawaii’de, her yıl 18 yeni tür böcek adanın faunasına katılıyor. Hawaii çok abartılı bir vaka olabilir. Ancak, dünyanın her köşesinde yabancı türlerin yerel biota  içindeki oranı artıyor. Bu durum tersine çevrilemiyor, çünkü günlük ekonomik eylemlerle iç içe oluşuyor.

Egzotik tür istilalarının çevresel bedeli genelde yüksek oluyor. 1957 yılında, Nil nehrinin tatlı su levreği ( Lates  niloticus) , balık miktarını yükseltmek için Afrika’daki Victoria Gölü’ne salındı. Çok yırtıcı olan balık, 400 yerel balık çeşidini yok etti. Üstelik, yiyecek olarak da avantajlı çıkmadı. Yağlı derisinin füme edilmesi gerektiğinden, çevrede bir sürü ağaç kesildi.
Gölde levrek de artık azalıyor. Çünkü avlayacağı türler bitmeye başladı ,  aşırı balık tutuldu, ve ot yiyen balıkların yok olması sonucu alg yoğunlaşması suyun oksijenini eksiltti. Gölün kıyısındaki ülkeler, Uganda, Kenya ve Tanzanya, artan nüfusları için yeterli balık tutamadıkları gibi ormanlarının bir kısmını da yitirdiler.

Bu istilaların toplam bedelini henüz bilemiyoruz, ama  bazı zararları  hemen açığa çıkıyor. 1981 yılında, Avrupa çıkışlı çingene güvesinin (Lymantia dispar) ABD’de neden olduğu zararların bedeli 764 milyon dolar olarak hesap edilmişti. Hazar Denizi yöresinden Kuzey Amerika’ya yayılan çizgili midye (Driessana polymorpha), ABD’nin enerji üretimi maliyetlerini etkileyeceğe benzer. Çok süratle üreyen midye her türlü sathı kaplıyor. Enerji istasyonlarının su borularını tıkarsa , tesislerin yeniden tasarımlanması 800 milyon dolara mal olacak.

Yabancı türlerin yayılması ciddi sağlık sorunları da yaratıyor. Asya’dan Brezilya, Güney Avrupa, Güney Africa, ve ABD’ye atlayan kaplan sivrisineği (Aedes albopictus) sarı humma, ensafalit ve dang humması hastalıklarına neden oluyor.

Domino Etkisi

Şüphesiz, her yabancı türe canavar gözüyle bakamayız. Bahçemizdeki tek bir Ginkgo ağacının bütün çevreyi sarması olası değil. Hatta, egzotik türlerin birçoğu yeni bir vatanda yaşayamayabilirler. Bazı egzotik türler, yayılsalar bile, hiç zarar vermeyebilirler. Ancak,  hangisinin başa bela olacağını önceden kestirmek mümkün değil. Bu, zararları ortaya çkınca belli oluyor.

Bunun bir nedeni  egzotik canlıların zarar verme biçimlerinin  çok değişken olması. Bazen bir çeşit ekolojik domino etkisi yaratabiliyorlar. Örneğin, çizgili midye Kuzey Amerika göllerindeki  planktonları* temizliyor. Zaman içinde, göllerde planktonla beslenen balıklar yok olacak, deniz diplerinde beslenen su solucanları ve böceklerin sayısı artacak. Bu gibi etkiler yakın çevredeki ekosistemi de aşıp, uzaklara ulaşabilir. ABD’nin Montana eyaletindeki Flathead nehrine, somon balıklarına besin olsun diye, opossum karidesi (Mysis relicta) salınmıştı. Karides yerel planktonları tüketti, oysa ki bunlar bebek somon balıklarının belli başlı gıdasıydı. Somon balıkları tükenince, bu balıkla beslenen bazı kara canlıları – kartallar, martılar, su samurları, ayılar ve çakallar – kaybolan yabanıl hayat saflarına katıldı..  

Bazen de verilen zarar çok daha doğrudan olabilir; sonradan gelenler yerlileri yiyebilirler. Yeni Zelanda açıklarındaki Big South Cape adasına yabancı sıçanlar gelip yerleşince, beş kuş türü ve bir  yarasa cinsinin soyları tükendi.

İstilacılar hastalıklarını veya parazitlerini yeni vatanlarına taşıyabilirler. Sudaki zararlı otların kontrolünde kullanılan bir nevi Çin sazan balığı  (Ctenopharyngodon idella), Avrupa ve Kuzey Amerika’nın tatlı su balıklarına tenya paraziti (Bothriocephalus opsarichthydis) geçirdi. Bazen, en fazla zarar yerel türlerle egzotik türlerin çiftlenip üremesinden doğabilir. Ortaya çıkan melezin çevreye umulmadık zararları olabilir.

Peki, yabancı istilacıların başarılarının sırrı nedir? Bunu kimse kesin olarak bilmiyor. Sadece
“arsız“ özelliğinden bahsediliyor. Bu özelliğin tipik bir örneği Brezilya’dan gelip ABD’nin güneydoğu bölgesinde dehşet salan  kırmızı ateş karıncaları ( Solenopsis invicta). Çok kötü ısıran bu karınca, sürülmüş tarla gibi alanlarda süratle yayılıyor. Akıl almayacak bir hızla ürüyor ve önüne ne çıkarsa yiyebiliyor. Bu karıncalar bazı bölgelerde 40’ı aşkın böcek türünün kökünü kuruttular. Çabuk üreme, kötü şartlara dayanıklılık, etkili yayılma ve ne bulursa yeme “arsız”  türlerin ortak özellikleri. Bu türler arasında  saman nezlesine yol açan ragweed (Ambrosia), sıçanlar ve  sığırcık kuşları ( Sturnus vulgaris) sayılabilir.

Bazı yöreler istilaya karşı daha dayanıksız oluyor. Bunların arasında ada ve adacıklar ve ekosistemi zaten tahribat görmüş olan yerler var.

Yabancı türler hakkında bilinen en önemli özellikleri şöyle özetleyebiliriz: Nerede yayılacakları, ne yapacakları ve ne zaman yapacakları tahmin edilemez. Yakalı güvercin  (Streptopelia decaocto) Osmanlılar tarafından, 200 yıl kadar önce, Güney Avrupa’ya getirilmişti. Peki, neden  Avrupa kıtasını istilaya 1930 yıllarında başladı? ABD’de  zararsız kabul edilen bir bahçe çit bitkisi yakın zamanlarda istilacı özellikleri kazandı. Belki de bazı türlerin çevrelerine uyum sağlamaları belli bir zaman dilimi gerektiriyor. Kaplan sivrisineği  gibi bazı türlerse bu uyumu çok kısa bir zamanda yapabiliyorlar.

İnsanlar asırlardır değişik türleri bir yerden başka bir yere taşıyorlar. Ama, türlerin gezginciliği son 500 yılda hem ivme hem de çeşitlilik kazandı. Fransız sömürgeciler 1560 yılında Florida’ya vardıklarında , kendilerinden önce gelen Avrupalılar’ın getirdiği domuzlarla karşılaştılar. 17. yüzyılın sonunda, Avrupa bitki ve hayvanlarının çoğu Amerika kıtasına taşınmıştı.

Bazı türler de  Amerika’ya kazara ulaştılar ve bu yerli Kızılderili halk için bir felaket oldu. Amerika kıtası yerlilerinin tahminen üçte ikisi, 30 milyon insan, Avrupalılar’ın taşıdığı  hastalıklardan – frengi,  çiçek vs.- kırılıp yok oldular. Gemilerle birlikte sıçanlar ve egzotik bitkiler kıtadan kıtaya  göç etti.

Avrupalılar kendi ülkelerindeki canlıların mutlaka Yeni Dünyada da olmasını istiyorlardı. Kuzey Amerika’daki sığırcık kuşu istilası, Shakespeare’in eserlerinde adı geçen bütün kuşların Yeni Dünya’ya taşınmasını sağlayan bir derneğin çabaları sonucunda başladı. Avustralya’da hala baş belası olan tavşanlar, bu kıtaya tavşan avından mahrum kalmak istemeyen İngilizler tarafından getirilmişti.

Günümüzde insanların ve canlıların hareketi daha da hızlı ve uzun mesafeler içinde oluyor. Ticaret gereği, gemiler ve uçaklar dünyanın bir köşesinden öbürüne gidip geliyorlar. Gemi konteynırları limanlardan doğrudan alınıp trenlere yükleniyor ve iç kesimlere yollanıyor. Asya kaplan sivrisineği, böylece,   ABD’ye Japonya’dan gelen gemi konteynırları ile girdi. Gemilerin balast suları da*, okyanuslarda adeta nehirler oluşturuyor ve bu nehirlerde her çeşit canlı yaratık yüzüyor, geziyor. ABD’nin Oregon eyaletinde bir körfezde, 1988-1991 yılları arasında balast suyu ile gelmiş 400 egzotik tür tespit edildi. Çizgili midye Amerika’ya, taraklı
deniz anası (Mnemiopsis leidyi) Karadeniz’e balast suyu ile ulaştılar. Taraklı deniz anası Karadeniz’deki balık yuvalarını mahvetti ve şu anda denizdeki ıslak biyolojik kitlenin %95ini oluşturuyor.

Birçok ekonomik sistem egzotik türlerin yayılımını teşvik ediyor. Tarımda yabancı tür bitki ve hayvanlar kullanılıyor, sonra da bunların taşıdığı egzotik haşaratlarla mücadele etmek gerekiyor. Çiçekçilik ve akvaryum işiyle uğraşanlar, binlerce değişik canlıyı bir ülkeden öbürüne taşıyorlar. Amerika’daki yabancı balık türlerinin %65i  akvaryum balığı ticaretiyle bu ülkeye gelmiş.

Yeni bir sanayi dalı, biyoteknoloji, bu süreçleri daha da hızlandırabilir. Yeni teknoloji transjenik* organizmalar, yani başka türlerin DNA’lerini taşıyan canlılar, üretiyor. Biyolojik mühendislik yöntemi ile geliştirilen ekinlere verilen bazı özellikler, mesela haşere ilaçlarına ve tuza dayanıklılık, bu ekinlerin yaban akrabalarına geçerse, bunlar tuzlu bir sulak alanı veya bir buğday tarlasını istila edebilirler.

Transjenik bir organizma genlerini devretmeden de kargaşa yaratabilir. Birkaç yıl önce, Oregon Devlet Üniversitesi’nde çalışan bilim adamları yakıt olarak ethanol üretme amacıyla laboratuarda yeni bir toprak bakterisi  geliştirmişlerdi. Bakteri, topraktaki mycorrhizal mantar * sayısını yarıya indirgedi. Oysa, bu mantar bitkilerin topraktan gıda alabilmeleri için çok gerekli. Bilim adamlarından birisine göre “Eğer bu bakteriyi toprağa salsaydık, çok ciddi bir sorunla karşı karşıya kalacaktık. Bu bakterinin kontrolü için ayrı bir mekanizma geliştirmemiz gerekecekti.”  Bu güne kadar ABD’de genetik mühendislik ürünü 2.258 organizma ile deney yapılmış bulunuyor.

Eski biyolojik sınırların aşılması veya biribirine karışması çoklukla bir politika seçimi. Doğal kaynakların idaresinde egzotik tür kullanımı genelde kolaya kaçmanın bir sonucu. Çok kirlenmiş bir ırmağa bu şartlarda yaşayabilecek yeni bir balık salmak, ırmağı temizleyip yerli canlılara yaşam şansı vermekten daha kolay.  Çabuk büyüyen yabancı bir cins ağaçla kereste ihtiyacını karşılamaya çalışmak, yavaş büyüyen yerli türlerle sürdürülebilir orman idaresinden daha kolay.

Burada kaybeden sadece ırmaklar veya yerli ormanlar da değil. Yerli ahali ,  onların kültürü ve ekonomileri de sarsılıyor. Tarımda kitlesel pazar bitkileri geleneksel ekinlerin yerine geçince, uluslararası  alıcılar ve satıcılara bağımlılık doğuyor. Şili’de, sübvansiyonlardan yararlanan bir ağaçlandırma programı yabancı çamlar ve ökaliptus ağaçları ekimini öngörmüştü, çünkü bunların kerestesine talep yoğundu. Programdan yararlanan yatırımcılar giderek ağaç ekim arazilerini genişlettiler ve çok sayıda küçük çiftçi yerinden edildi. Aynı durum balık yatakları için de geçerli. Viktorya gölünde Nil levreği üretilmesinin yerli ahaliye bir yararı olmadı. Kazançlı çıkanlar balıkları işleyip dışarı satan sanayicilerdi.

Kırılan Yumurtayı Tamir Etmek

Egzotik türlerden kaynaklanan tehditle başedebilmek için ekolojik gerçekçilik gerekli.  Günümüzün teknolojisi  bir ekosisteme bir kere yerleşen yabancı bir türü  söküp atmaya yeterli değil. Egzotik bir türü sistemden çıkarmak, adeta kırılmış bir yumurtayı tamir etmeye  benzer.  Ancak  başlangıçta, yani yabancı tür yeni mekanına uyum yapma aşamasında iken,  canlıyı ekosistemden silmek mümkün olabiliyor. Uzun vadede yerleşmiş türleri yok etmede başarılı olmuş, ve böylece kaideyi bozmuş, bazı istisnai durumlar da yok değil. En başarılı örneklerden birisi sıtma sivrisineğinin ( Anopheles gambiae) 1930lu yıllarda Brezilya’da kökünün kurutulmasıdır. Bunun için çok yüksek miktarda arsenik kullanıldı ve sineğin yeni vatanına alışmada zorluk çekmesinden yararlanıldı.

Ama, bu konuda daha tipik bir örnek yüzyılın başından beri sarı humma sivrisineğini ( aedes aegypti) batı yarı küresinden kovma çabalarının sonuçsuzluğudur. ABD  1960 yıllarında, bu sinekle  savaşında 100 milyon dolarlık DDT kullandı ama türü ,yine de, yerinden oynatamadı. Başarısızlığın önemli nedenlerinden biri canlının bütün yaşama ortamlarını bulabilmenin çok güç olmasıdır. Çünkü umulmadık bir ağaç kovuğu, boş bir bira kutusu, parçalanmış bir araba lastiği bu sivrisineğin yuvası olabilir.

Bir türü kovmak veya yok etmek istediğimizde karşılaştığımız bir başka sorun üreme hızıdır.
“arsız” türler ne kadar çok kayıp verirlerse versinler, tekrar toparlanma kapasitesine sahiptirler. Onun için kökünü kurutma yöntemleri bazen yarardan çok zarar sağlar. ABD Tarım Bakanlığı ateş karıncaları ile savaşında  200 milyon dolar harcayıp tonlarca haşare öldürücüsü  ile hücuma geçmişti. Sonuçta ilaçlar yerli karıncaları yok etti ve meydanı boş bulan ateş karıncaları daha rahat yayıldılar.

Allah’tan, çoğu kez tamamen yok etme yerine “kontrol” altına alma yeterli olabiliyor. Bu fiziki veya kimyasal önlemlerle yapılabilir. Mesela, ABD Tamarisk ağaçcıklarını devamlı keserek kontrolü sürdürüyor. Ancak, bu işlemler zamanında ve ihmal edilmeden yapılmalı. Kimyasal madde kullanımı da ciddi ekolojik sorunlara yol açabiliyor.  Akdeniz meyve sineğini ( Ceratitis capitata) yok etmek için Kaliforniya eyaleti yoğun ilaçlama yaptı ve başarılı oldu. Ama kamuoyu uygulamalara karşı çıktı ve bir sürü kişi yönetime dava açtı. Şu ana kadar 3,7 milyon dolar tazminat ödenmiş bulunuyor.     

Bir başka  yöntem, biyolojik kontrol, yabancı canlıyı yok edecek başka yabancıları sisteme sokmak şeklinde tarif edilebilir. Aslında bu yöntem yüzyıllardır kullanılıyor ama geçmişte inanılmaz dertlere yol açmıştı. 1762 yılında, Jamaikalı bir şeker kamışı üreticisi saldırgan bir cins olan Küba karıncalarını (Formica omnivora) arazisine getirmişti. Niyeti karıncaları sıçanlara karşı kullanmaktı. Karıncalar çoğaldı ama sıçanlara dokunmadılar. Bu defa, hem karıncaları hem sıçanları kontrol etsin diye büyük bir Güney Amerika  kara kurbağısı ( Bufo marinus) ithal edildi.  Kurbağa da yeni yerini çok sevdi ve hızla çoğaldı. Öyle ki, zamanla bir adı da şeker kamışı kurbağası oldu.  Ama sıçanlarla o da baş edemedi. Derken,  bir çeşit Hindistan gelinciği (Herpestes auropunctatus) ada faunasına eklendi. Bu yaratık, 26 yıl içinde ada kuş ve sürüngenlerinin çoğunu ve önemli sayıda  çiftlik hayvanını yok etmeyi başardı.

Çağdaş biyolojik kontrol daha dikkatle ve geçerli yöntemlerle yapılıyor, yokedilecek türün yerli ve doğal düşmanları kullanılıyor. Suda üreyen bir tür eğreltiotu (Salvinia molesta) Papua Yeni Gine’nin Sepik nehrine girdikten 10 yıl sonra öyle bir çoğaldı ki nehirden ne geçiliyor ne de balık tutulabiliyordu. Civar köylerin ahalisi açlıkla yüz yüze kalmışlardı. 1990 yılında, eğreltiotunun Brezilya’daki vatanından getirilen ve bu ot ile beslenen bir tip hububat bitinin nehire sokulmasıyla sorun çözülebildi. Çok şükür, bu bit henüz eğreltiotu yemekten vazgeçip,
başka canlılara saldırmaya başlamadı.

Tekniğin sınırları yine de çok geniş değil. Geçerli biyolojik kontrolde kullanılan ajan sadece hedeflenen organizmaya yönelir . Ne ajan ne de hedefin tamamen yokolması gerekmez. Ama hedefin nüfusu artarsa  ajanın nüfusunda da artış olması gerekir. Biyolojik kontrol uygulamasına başlamadan önce yeterli sayıda test ve deney yapmak gereklidir. Birçok böceğin diyeti çok çeşitlilik gösterdiğinden biyolojik kontrol ajanı olarak kullanılmaları mümkün olmamaktadır. Aynı durum omurgalılar için de söz konusudur . Sivrisinekleri yiyip bitiren bir çeşit Gambusia türü balık dünyanın birçok yerinde kullanılmış, fakat sivrileri tüketeceğine yerli balıkları, larvalarını yiyerek, yok etmiştir.
 
Biyolojik kontrol için her hedef canlının bir de yok edeni vardır diye düşünmek yanlış.
Araştırmacılar 35 yıldır, Kuzey Amerika köknarlarına musallat olan Avrupa kökenli bir böceğe (Adelges piceae) biyolojik kontrol arıyorlar. Bu dönem içinde böcek, bir cins köknar ağacını (Abies balsamea var.phanerolepsis) neredeyse yok etmiş, Fraser köknarını da (Abies fraseri) yok etmek üzere.

Her derde deva değilse de, biyolojik kontrol bir çok vakada en iyi çare olarak görülüyor.
Florida’daki Melaleuca ağacının önünü kesmek için en geçerli ajan Avustralya kökenli bazı böcekler olabilir. Zaten seçenekler de çok fazla değil. Bazı yeni teknolojiler belli sınıftan yabancılara karşı kullanılabilir. Mesela, böceklerde çiftleşme reflekslerini bozacak suni pheromones*  veya memelilerde kısırlık yapacak ve ağızdan alınacak aşılar geliştirilebilir. Ama şu anda, geniş bir canlı yelpazesine karşı en geçerli yöntem hala biyolojik kontrol.

Egzotik Politikalar

Yabancı istilacılarla uğraşırken karşılaşılan en önemli engeller biyolojik değil siyasi. Uluslararası alanda yapılan anlaşmalarda bu konu ciddiyetle ele alınmıyor. Biyolojik Çeşitliliği Koruma Sözleşmesi  konuya kısa bir atıfta bulunup, tehlikeli yabancıların “mümkün olduğu kadar” kontrol edilmesi gereğine değiniyor. Deniz Hukuku Sözleşmesinde deniz canlıları bu yönden daha fazla ayrıntıyla ele alınıyor , ama uygulamaların ne olacağını henüz bilemiyoruz. Birçok ülke yabancı türler konusuna bunlar ancak bir sanayi dalını sarstıkları veya ciddi bir kamu sağlığı sorunu  yarattıkları zaman eğiliyor.

Kanunlar veya hükümet kararları bu konuda boşluklarla dolu olabiliyor. Asya kaplan sivrisineğinden dolayı, ABD bu kıtadan lastik ithalatını durdurdu. Ama kendisi lastik ihracına devam ediyor. Uzmanlara göre , sivrisinek bu yoldan komşu ülkelere yayılabilir.

Bazen biyolojik kirlilik adı da verilen istilalar, o kadar çeşitli ve önemli  ekonomik olaylardan kaynaklanıyor ki, engellemek için politikalar oluşturmak çok güç. Ama, aynı güçlük kimyasal kirlilikte de var ve buna rağmen bazı koruyucu düzenlemeler geniş kabul görmüş bulunuyor.  Bunun bir nedeni,  binlerce insanı öldüren Bhopal’daki gaz sızması gibi olayların kamuoyu tarafından çok iyi bilinmesi. Biyolojik istilalar konusunda yeterli eğitim verilirse, bu konu da  kamuoyunun tepkisini uyarılabilir. Mesela, Amerika’da kamuoyu ormanlara en büyük tehdidin odun için ağaç kesilmesinden geldiğini sanıyor. Oysa, yabancı kökenli haşereler  aynı derecede tehlikeliler.

Önce eylem için bir uzlaşma sağlamak,  sonra da şu hedeflere yönelmek gerekiyor:

- Bu türlerle karşılaşan ve uğraşan karantina memurları, ekolojistler, ormancılar, ziraatçiler ve diğer kişiler bilgilerini bir araya getirip bir veri tabanı oluşturmalılar. Bu bilgiler konuyla ilgili herkese açık olmalı.
- Planlanan ithalat ve yabancı türlerin salınması belli bir “temiz listesine” göre yapılmalı. Bir organizma ülkeye sokulmadan önce zararsız – yani temiz – olduğu kesin olarak tespit edilmeli. Şimdi genelde kullanılan yaklaşım bir “pis listesi”ne göre tür seçmek. Listede olmayan organizmaların girişine izin veriliyor.
- İthalatçılar ortaya çıkan zarardan sorumlu tutulmalılar. Bu kural ilk defa bir ülkeye sokulan egzotiklere ve genetik mühendislik sonucu yaratılan organizmalara da uygulanmalı. Bu canlıların yol veya geçiş aracı olarak kullandıkları ithal malları da bu kapsama alınmalı.
- Bir hükümet yeni bir türü – diyelim ki bir balık veya bir mera otu – ülkeye sokmak isterse, ayrıntılı ekolojik tetkikler yapılmadan böyle bir girişimde bulunmamalı. Başka bir ülkeye yeni bir tür yollarken de aynı standartların geçerli olması gerekir.

Maalesef,  düzenlemelerin hiçbiri kasıtsız sızıntılara çare olamayacaktır. Sorunun çözümü için yabancı türlerin göç yollarını hedefleyen belirli teknolojiler ve kurallar geliştirilmelidir. Son zamanlarda, gemilerin balast sularına yönelik alternatif uygulamalar tasarlanmıştır. Yeni usullerin yaygınlaşabilmesi için yaygın bir kamuoyu desteğini arkasına almış siyasi irade
gereklidir. Bu çerçevede, kamuoyuna bazı ticaret şekillerinin taşıdıkları rizikoya değmedikleri anlatılmalıdır. Buna tipik bir örnek olarak Sibirya’dan yapılan kereste ithalatını gösterebiliriz.
Sibirya kerestesi ile taşınan ladin kabuk böceği (Ips typographus) Japonya ve Avrupa’da milyonlarca ağacı öldürdü.

Engelleri aşarak davetsiz gelen egzotik türler , hemen bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve gerekirse kontrol önlemleri başlatılmalı. Yabancı türlerin  kontrolü ilk yerleşme döneminde çok daha kolay olduğu için, her türlü kırtasiyecilikten kaçınarak acilen önlem alınmalıdır.

Sonuç olarak, hükümetlerin yapacakları en akıllıca şey mümkün olduğu kadar yerli türleri tercih etmektir. Park düzenlemeleri, yol kenarı ağaçlandırması, erozyon kontrolü, mera yönetimi, av hayvanları nüfusu ve balık yatakları desteklenmesi ve her türlü ağaçlandırmada bu politikadan şaşmamaya çalışılmalıdır. Eğer uygun bir yerli tür bulunamadığı için illa da egzotik tür kullanımı gerekiyorsa, “temiz liste” yaklaşımı geçerli olmalıdır. Bu politikaların bir uzantısı olarak, ekolojik araştırmalar geliştirilebilir, kamuoyu egzotik türler hakkında bilgilendirilir, ve arazi ıslah programları hızlandırılabilir. Gelişmekte olan ülkelerde, bu politikalar yerli halka ve onların ekonomik yaşamına çok yardımcı olacaktır. Kazançların ne kadar parlak olabileceğini göstermek amacıyla bir kaç örnek verelim:

ABD’nin güneydoğu bölgesinde, yaban hayvanlarına iyi bir besin kaynağı olacağı düşünülerek Asya kökenli testere diş meşesi (Quercus acutissima) yaygın olarak ekilmişti ve yerli meşeler yok olmaya başladı. Ama, Illinois eyaleti ormancıları 15 yerli tür meşeyi tercih ettiler ve bunlarla doğal yaşam gayet güzel bir şekilde devam etti.

Honduras’da, Amerika Kıtası Kalkınma Bankası, El Cajon barajının yapımıyla bozulan su havzasında bir ağaçlandırma projesine destek veriyor. Projede ökaliptus ve diğer ezotik ağaçların dikimi öngörülüyor. Oysa, zaten bozulan ekosistem böylece yeni darbeler yiyebilir. Costa Rica’da aksini yapıyorlar, her türlü ağaçlandırma için kendi fidanlıklarında yerli türler üretiyor ve kullanıyorlar.

Önemli olan , bir yöreye biyolojik uyum yapmış ve çevresindeki diğer canlılarla uyum içinde olan yerli türlerin korunması. Yabancı istilalara karşı en fazla tehlikede olanlar da bu türler. İstilalar binlerce yılda oluşmuş çeşitliliği kısa bir zaman döneminde silip götürebiliyor. Eğer, gittikçe artan  biyolojik kirliliği durduracaksak, sadece egzotik türlere geçit vermemek yeterli değil. Bir türün ait olduğu mekanda yaşamını sürdürmesinin ne kadar büyük bir değer taşıdığını da anlamalıyız.  

Yazan: Christ Bright
Worldwatch Institute dergisinden alınmıştır.


Bazı sözcüklerin tanımı

egzotik:  Yabancı, belli bir ekosistemin yerlisi olmayıp dışarıdan gelen.

plankton:   Çok küçük, mikroskopik ölçüde,  su hayvan ve bitkileri. Deniz veya tatlı sularda
dolanan bu canlılar balıkların besinidir. Sözcük Yunanca’da gezginci manasına gelen planktos’dan üretilmiştir.

Balast Suyu: Türkçe’de safra da deniyor. Gemilerin mallarını indirip boşaldıkları zaman,  dengelerini bulabilmek ve suda gerekli derinlikte kalabilmek için depolarına doldurdukları deniz suyu. Gemiler mal yükleyecekleri limana gelince bu suyu boşaltırlar. Böylece uzak ülkeden gelen deniz suyu içindeki canlılar yeni mekana yayılırlar.

Trangenik: Genetik bilimin gelişmesi ve biyolojik mühendislik dediğimiz yeni bir bilim dalının kurulmasıyla,  bir canlıdan öbürüne DNA aktarılarak, başka bir türün genlerini de taşıyan yeni organizmalar üretiliyor. Bunlara verilen isim.

Mycorrhizal  mantar:  Bakteriler gibi toprakta ayrışım yapan çok ufak bir cins mantar,kök  mantarı. Botanikte fungus adı altında bilinen mantarlar çok büyük olabileceği       gibi mikroskopik ebatta da olabilirler. Mesela  küf bir mantar türüdür. İnsanda çeşitli hastalıklara yol açan mantarlar da vardır.

Pheromones:  Hayvanların  çiftleşmelerinde yönetici rol oynayan bir cins, gözle görülmez, hormonsal salgı. Araştırıcılar son zamanlarda insanların da pheromone salgıladıklarını iddia etmektedirler.



Bu haber 2,661 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,807 µs