En Sıcak Konular

Güven bunalımı ve çareler!

17 Mayıs 2010 10:33 tsi
Güven bunalımı ve çareler! İlhan Oral’a, “iman etmemiş Müslümanlar” tabirinden, güven bunalımına, evlilikten, mutlu aile yapısına, maddiyat sıkıntısından, gençlerin depresyona girmesine kadar pek çok önemli noktayı sorduk…

2.    Bölüm: GÜVEN BUNALIMI VE ÇARELER

Samet Kuvel:
İman, emin olmak, emniyet içinde olmak, güvene kavuşmak demek olduğuna göre günümüzde, insanlar arasında güvensizlik had safhada hocam... "Güven" konusunda neler söylemek istersiniz?


İlhan Oral:
Her şeyin bir başı ve bir başlangıcı var… Her şeyin bir altyapısı var… İslâm’ın temel ilkesi, öncelikle bilgidir. Sonra imandır. Bu ilkeleri 6 “İ” formülü ile açıklayalım. Bunlar ilim, irfan, itaat, ibadet, ihlâs ve ihsan’dır. Bunlar İslâm ilkelerinin temelini oluşturur.
Bunları açmamız lazım; İnsan her şeyden önce ilim sahibi olacak… İlim sahibi olmayan insanın dinde de pek yeri yoktur. Nedenini söyleyeyim. Bakınız bütün mezhepler bir noktada karar kılmışlar. Bu karar da şudur: Âvâmın mezhebi yoktur… E bu kadar mezhepler var. İşte Hanefi, Hanbelî, Şafi, Maliki… Halk bu mezheplerden bir tanesini seçemez mi?.. Hayır diyorlar… İmamın mezhebi ne ise, âvâmın mezhebi de odur diyorlar… O halde temel kıstas, temel ilke, ilimdir.
Allah, son Peygambere bile ilk buyruğunda “Oku!” diyorsa, temel ilke ilimdir… Pekiyi ilimden sonra ne gelir, iman gelir. İmandan sonra, irfan gelir, itaat, ihlâs ve ihsan gelir, onun içindir ki, imanın gereği olarak Müslüman bilgili olacak, hem dinini bilecek hem dünyayı tanıyacak ve mutluluk yoluna girecek. Burada maalesef çok acı bir gerçeği dile getireyim. Allah “Oku!” emri ile Peygambere ilk emri verirken öncelikle O’nu evrensel hakikate çağırıyordu. Bununla ilgili Kur’an-ı Kerim’de muhteşem ifadeler vardır. Hele herkesin bildiği bir tanesini hatırlatayım:
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
O halde imanın önemini kavradıktan sonra meyvelerini toplayabilmek için mutlak mânâda o ilim çerçevesinde beşeri ilişkilerde, sosyal ilişkilerde, bütün insan davranışlarıyla ilgili her şeyde muhteşem bir tablo olacak bir Müslüman tanımaya çalışalım. Nasıl olacak?.. Hadis-i şerifte bir kısmını ifade ediyor çok güzel: “İnsanlar kimin kötülüklerinden emin olursa, o mü’mindir”


Samet Kuve
l: Elinden ve dilinden zarar görülmeyendi değil mi?

İlhan Oral
: “Elinden ve dilinden zarar görülmeyen insan müslümandır” Ama iç dünyasından, niyetlerinden, yapacağı gizli işlerden güven sağlayan insan da mü’min olur. Şimdi zarar noktasına gelince, ben camilerde o sıkıntıyı çok yaşadım. Yaşadığım için de o sıkıntının bedelini de üzülerek öderim. Mesela camiye giren bir insan tertemiz olmalı. Camiye giren bir insan çok medeni olmalı. Medeni olmayan insan zaten mü’min de olamıyor. Birçok Müslüman camide diğer insanlara eziyet eder …
Ne yapar? Acayip bir koku sürünür gelir, hatta bazıları parfüm sürünür öyle gelir ki, zaten bu âdeta zehirdir. Bir kısmı kokulu çoraplar ile camiye girer… Bir kısmı otururken ya sağındaki insana âdeta çullanır, ya solundaki insana eziyet eder… Allah Kur’an’da, Peygambere ve mü’minlere eziyeti yasak etmiştir. Peki eziyetin ölçüsü nedir?.  Miskal-i zerredir… Yani küçük adına neyi düşünebilirsek, basit diye neyi düşünebilirsek, ölçü miskal-i zerredir… O kadarıyla bile insanı rahatsız etmeyeceksin.
Eğer senin yaptığın hareketlerinden, tavrından insanlar emin değilse, mü’min olma nimetini kaçırdın demektir. Ben elli sene önce İstanbul’a geldiğimde, kapıların kilitleri çok basitti. Demek ki çok güven varmış o gün… Düşünebiliyor musunuz, sağlam kilitler takıldı kapılara, yetmedi, hırsız girdi içeriye, yetmedi şifreli kilitler takıldı, o da yetmedi, hırsızı engelleyemedi, şimdi kamera sistemleri konuluyor, onlarda da kar maskesi geçiriyorlar kafalarına, ya da geliyorlar bir yerden kabloları koparıyor bozuyorlar.  
Mesela her girdiğin en basit bir kurumda bile bakıyorsun girişte GÜVENLİK var. Peki bu güvenliklerin yerine, kötülüğünden, niyetlerinden, yapacağı işlerinden emin olunabilecek insan modelini yetiştirseydik, onlar emniyet içinde olsaydı, onların içinde olduğu cemiyet de emniyet içinde olsaydı… Onun içindir ki burada bile iman oldukça önem arz etmektedir.
Her kişinin başına bir polis takmak mümkün değildir. Bugün yapılan inceleme ve araştırmalara göre, hırsızlık şebekeleri arasında İstanbul parsellenmiş.. Hiçbir hırsız, kendi sınırının dışındaki yere gidip hırsızlık yapmıyormuş. Daha garip bir şey söyleyeyim: Mezarlıklarda, kendilerini “hoca” lanse eden, garip zavallı insanlar, çıkarcı şebekeler, birçok yerde onlar bile mezarlığı parsellemişler…
Bir arkadaşın ağabeyi ölmüştü, o anlattı. Gidiyordum mezarlığa, ağabeyime 1 fatiha 3 ihlas okuyordum. Bir gün birisi yaklaştı nâzikçe “Başın sağ olsun, herhalde bir yakınınız” dedi “Evet dedim”.. “Allah rahmet eylesin, Allah size de sabır ihsan eylesin. Madem öyle, bir Yâsin okuyayım” dedi… Ben de kıramadım, oku dedim, okudu. Bir şey verecektim. Yok, yok, ben Allah için okudum, dedi. Cebine hediye diye bir miktar para koydum. Ondan sonra alıştık. Ondan sonra ben giderim o okurdu. Bir zaman böyle devam ettik.
Bir gün baktım bizim hafız yok. Sonra ötede birilerini gördüm, mezar başında Kur’an okuyordu. Ona işaret ettim, gel dedim… “yok ağabey olmaz” dedi.. “Niye” dedim.. “Orası benim mıntıkam değil” dedi.
Mezarlıkları bölüşenler, şehri parselleyip hırsızlık şebekesi uğruna mücadele veren insanların güvenini sıfıra indirenler, bunların imanını yoklasak, imanına toz kondurtmazlar, bir taraftan da imana aykırı ne varsa onu yaparlar.
Bunlara diğer ahlak dışı ve imana mugayir uygulamaları eklersek meselenin iç yüzü ortaya çıkar.
Evet, hem Allah Teala’nın varlığını kabul edeceksin, hem de O’nun yasakladığı kötülükleri âdeta O’nu görmezlikten gelerek işleyeceksin! Ne anormal değil mi?  
 
                   “TOPYEKÜN ALLAH’IN İPİNE SARILALIM”

İslam’ın bir tarifi de güven ve huzur demektir. Müslümanların güven ve huzuru kaybettikleri gerçeği ile karşı karşıyayız. Bunun sebebini tüm müslümanların araştırması gerekmektedir.
Bunun için de güvensizlik ve huzursuzluğun telafisi var mıdır, yok mudur diye düşünürsek Kur’an-ı Kerim okudukça bunu daha iyi anlarız. Psikolojik tedavi onda, sosyolojik tedavi onda, ekonomik onda, bütün tedaviler ondadır. O halde bugün Müslümanların yeniden topyekûn Müslüman olma bilinciyle hareket etmeleri gerekir ki, bu güveni Allah yeniden versin.  Bunun çarpıcı şartlarından biri; “bizim teşkilatımız, bizim vakfımız, bizim grubumuz” dar çerçevesinden arınmaktır. Huzur ve güvene kavuşabilmeleri için müslümanların, “topyekûn Allah’ın ipine sarılın” emrini hiçbir bahane ileri sürmeden kabul ederek harekete geçmeleri gerekir.
Nur suresinde; “Allah vaad etti sizden öncekilerin yeryüzüne hâkim oldukları gibi, sizi de hakim kılacak”  Sonra, size din olarak seçip, razı olup, verdiği sistemi de sizin bütün olarak yaşamanızı sağlayacak… Sonra sizi korku belasından kurtaracak. Güvene kavuşturacak, Nedir bunun bedeli? Allah’a kul olacaksınız, O’na hiçbir şeyi şirk koşmayacaksınız.”
Birliği kurmayan insanların temel anlayışlarında şirk vardır. Onun için Allah insanların arasından güveni kaldırdı. Peygamberimiz (s.a.s) bir gün Cebrail (a.s)’e soruyor: “Benden sonra yeryüzüne gelecek misin?”
Cebrail, “Geleceğim” diyor.
“Pekiyi ne getireceksin?”
“Bir şey getirmeyeceğim”
“Pekiyi niye geleceksin?”
“Her geldikçe bir şey alıp götüreceğim” diyor.
“Pekiyi nedir onlar?”
(Bir kaçını söyleyeyim)
“Alimden, ilmi, himmeti, müslümanlardan birliği dirliği alıp götüreceğim” Yanlış anlamamak gerekir. Bunun sebebi yine müslümanlardır.
Ben, elli seneden beridir İstanbul’da bu işin içindeyim. Tanıdığım önceki ilim adamlarıyla şimdiki ilim adamlarını karşılaştırıyorum. Kendim de dahil olmak üzere, çok derin bir hüzün hissediyorum içimde. Himmet çok önemli ve birlik çok gereklidir.
“Mutfaktan bereketi alıp götüreceğim” diyor Cebrail (a.s).
Bugün insanlar doymuyor…
“Zenginden infak duygusunu alacağım” diyor.
Biraz evvel bahsettik, karz-ı hasen Allah’ın emridir. Ve Cenab-ı Hak, “onu bana veriyorsunuz” diyor… Fakat Müslümanlara git, karz-ı hasen için talepte bulun, öyle bahaneler ortaya koyacak ki, yahu Allah mı doğru, senin dediklerin mi doğru, diyesin gelecek…
“Fakirden sabretmeyi alıp götüreceğim” diyor.
Bugün sendikalar kurulmuş, çeşitli teşkilatlar v.b. kuruluşlar, fakirin ve çalışanın hakkını sağlayıp korumak için mücadele veriyor. Aslında bu görev kimin? Elbette devletin.
Güven niye gitti? Devletin zirvesindeki sorumlu, yediğinden halkını yedirecek, giydiğinden giydirecek. Devlet, insanını başkasının himmetine muhtaç etmeyecek.
Eğer o günün yalın vatandaşı, Hz. Ömer’i dehşetle uyarıyorsa ve “Artık sana bundan sonra itaat yok” diyorsa; Ömer de onun karşısında, “Nedir şikayetin?” diye onu incitmeden gerçeği unutmadan işin iç yüzünü öğrenmek istiyorsa, bunu gerçekten çok düşünmek gerekir.
Sahabi, Ömer’in Devlet malından, beyt-ül mâlden aldığı kumaşı problem yapıyor,
diyor ki, “Sen benden daha fazla kumaş kullanmışsın”
Hz. Ömer hiç itiraz etmiyor. “Tamam, dur” diyor.
“Abdullah kalk sen anlat” diyor!
Cemaatin içinde herhalde epeyce Abdullah vardı.
Üç defa tekrarladıktan sonra, “Ömer’in oğlu Abdullah, kalk anlat!” diyor.
Kalkıp diyor ki, “Bakın benim elbisem eski elbise. Bana verilen kumaş babama verilen kumaşla birleştirildi, o elbise öyle yapıldı, yoksa babama yetmiyordu o kumaş.“
Sahabi bunu duyunca, “Şimdi emret, itaat edeceğiz” diyor…
Şimdi bu kriterleri kavramadan bugünkü insanlığın Kur’an’a yaklaşmaları ve o güven dolu düzeni bulmaları mümkün değildir.

O yüzdendir ki tek çare Allah’ın kitabına uymaktır.
Peygamberimiz öyle buyurdu: “Ben size öyle bir emanet bırakıyorum ki, ona uyarsanız, bundan böyle şeytanın peşine düşmezsiniz.”
O halde bizim bugün dertlerimizi tedavi ettirmemiz için kainat eczanesi olan Kur’an’a yeniden çok samimi bir edâyla yürekten sarılmamız ve bütün benliğimizi, bütün niyetlerimizi ona tam bağlamamız gerekir. Çare bu… Bu da çok kolaydır...
Üç derste Kur'an-ı Kerim öğretme ile ilgili çalışmayı sürdürürken birçok âyeti yeniden inceleme şerefine nâil oldum.  Bunları inceledikçe kendi kendimi sorguladım. “dedim ki biz, herhalde çok büyük bir hata içindeyiz.”  Yemin ediyor Cenab-ı Hak, Kamer Suresinde ve dört defa tekrarlanıyor aynı ayet. Nuh, Hûd, Semûd ve Lût kavimlerinin isyanlarını anlatıyor, o isyanları anlattıktan sonra peygamberin o isyanlara karşı verdiği mücadeleyi dile getiriyor.
Cenab-ı Hak bu olayların peşinden de çok ilginç açıklama yapıyor: “Onları yok ettik, helak ettik” diyor. Sonra diyor ki, “Gördünüz mü benim uyarım, azabım nasılmış.” Sonra Cenab-ı Hak yine diyor ki, “Andolsun biz bu kitabı hayatın her alanı için kolaylaştırdık.” Sanki Cenab-ı Allah, arıyor gibi bir ifade kullanıyor. “İbret alan var mı?”
Bu Kur'an'ı hayatının düsturu yapacaklar nerede?  O halde bunun çaresi de, kâinat kitabının hülâsası olan Kur'an'ı, insanların kanunu, rehberi, Cenab-ı Hakk'ın 'şeriat' dediği vazgeçilmesi mümkün olmayan sistemi yeniden insanlığın gözden geçirmesi gerekir.
Şeriat demek, kanun demektir. Bugün çok farklı anlamlar yüklendiği için polemik konusu yapılıyor. Aslında akl-ı selim olanlar için hiçbir problem söz konusu olamaz.

Samet Kuvel:  Kavram dejenere olmuş...

İlhan Oral:  Biraz da o kavrama yüklenen kasıtlı anlamlar var. Bu ithamı ısrarla sürdürmeye çalışanlar “İslam” diyemiyorlar da şeriatı öcü olarak ileri sürüp İslâm’ı hedef alıyorlar. İslâm deyip saldırılarını sürdürseler, herkes onların ne olduğunu anlayacağı için uyanık geçiniyorlar.
    Akl-ı selim olanlar, çözüm arar ve yapıcı olurlar. Yıkıcılıkla bir yerlere varılamayacağını bilirler.

Samet Kuvel
www.iyilikguzellik.com özel

Röportajın ilk bölümü olan ''İman etmemiş Müslümanlar'' haberini okumak için tıklayınız...



Bu haber 3,233 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,782 µs