En Sıcak Konular

“İman etmemiş Müslümanlar”

13 Mayıs 2010 23:05 tsi
“İman etmemiş Müslümanlar” İlhan Oral’a, “iman etmemiş Müslümanlar” tabirinden, güven bunalımına, evlilikten, mutlu aile yapısına, maddiyat sıkıntısından, gençlerin depresyona girmesine kadar pek çok önemli noktayı sorduk…

Samet Kuvel: Hocam sizin kitaplarınızdan biri, "İman Etmemiş Müslümanlar”dır . Bu isim çok çarpıcı.. Neden müslümanlar için "iman etmemiş" tabirini kullanıyorsunuz? Bunun sebebi nedir?

İlhan Oral: Kitabı okuduğunuzu tahmin ediyorum. Herhalde okudunuz?

Samet Kuvel: Evet.

İlhan Oral: Bu kitap, 500 sayfa civarında hacimli bir kitaptır. 500 sayfayı okuduktan sonra bu sorunun cevabı ortaya çıkar. Ama ben şu kadarını söyleyeyim; özellikle; bugün Müslümanlara baktığımız zaman, net bir ifade ile Müslümanların Allah ile çekiştiklerine şahit oluruz. Ne demektir Allah ile çekişmek? Eğer Kur’an’da her şey var ise ve Kur’an’ın öğretileri, Müslümanlara yeryüzü hâkimiyetini öneriyorsa ve İslâm, bunu gerçekten sağlayacak bir sistem ise düşünmek gerekmez mi? Bugün Müslümanlar yeryüzünde iki milyar sayısını bulmuş bir seviyede ise ve en küçük şer güçlerin karşısında aciz, perişan, hatta bir yerde rezalet hayatı, zillet hayatı yaşıyorsa, bu Müslümanların iman etmediklerinin ispatı değil midir?  
Çünkü nereden bakarsak bakalım, Allah Teala, Müslümanların kardeş olduklarını beyan buyurmaktadır. Kardeşlerin birbirlerine sımsıkı sarılmaları gerekir. Birbirlerini düşünmeleri, birbirlerini korumaları imanlarının gereğidir. Biz Müslümanlar bu sorumluluğun neresindeyiz?
Bugün eğer Filistin’de Müslümanlar kan ağlıyorsa, dünyada Müslümanlar tek yürek halinde onları kucaklayıp yaşama haklarını sağlamıyorsa, buna ne anlam verebiliriz?
Burada bütün dünyanın defalarca seyredip mağdur ve mazlum Filistinlilere sahip çıkmadığı bir manzarayı hatırlatayım:
İsrail askerleri savunmasız Filistinlilere saldırıyor. Bir babayı oğluyla beraber bir duvarın dibine sıkıştırıyor. Baba dünyaya haykırıyor, “kurtarın bizi, yetişin imdadımıza” diye çığlık atıyor. Fakat İsrail askeri, o babaya işkence çektirmek, sıkıntı yaşatmak için, babanın kucağındaki çocuğu kurşunla vuruyor ve çocuk, babasının kucağında can çekişerek ölüyor.
Böyle bir manzarayı bir düşünün. Dünya Müslümanları nerede, bu insanlara sahip çıkamaz mıydı? Bir anda hem İsrail’in tüm yetkililerine, hem dünyada nerede Yahudi varsa hepsine teker teker “durdurun bu katliamı” diyerek tepkisini gösteremez miydi?
Eğer bu şekilde insanî tepkiler ve diplomatik iletişimler etki etmiyorsa bütün dünya Müslümanlarının İsrail’in bütün mallarını boykot etmesi gerekmez mi idi?! İsrail oradaki korumasız insanlara bir daha saldıracak, zulmedecek gücü bulabilir miydi?.
Bu asil tepki konmadığına göre iyice düşünmek gerekmez mi? Bu acı gerçekler ve bu dehşet verici manzaralar karşısında “neme lazımcılığından” taviz vermeyen Müslümanlar hakkında nasıl bir hüküm vermek gerekir?
Demek ki, Müslümanlar, Allah rızası için, Allah’ın verdiği hükümle birbirlerini koruyacak, bütünleşecek ve Kur’an sistemi çerçevesinde buluşacak tarzda bir inanca, tevhid akidesine sahip değillerdir.

Bir başka gerçeği dile getireyim. İnsan denen varlık dışarıdan beslenir değil mi? Peki bugün GDO denen tartışmalar var. Bunun sebebi nedir? Yine İsrail’den örnek vereyim. Bitkilerin genlerini bozuyor ve bitkilerin genlerini bozduğu için de insanın biyolojik yapısında bile tahribatlar oluyor. Birkaç milyon İsrail bunu yaparken, nereden baksan iki milyar Müslüman içinde bir güç çıkamaz mıydı?  
İsrail’in bu denli tahribat yapması karşısında Müslümanlar o tahribatı savacak ve daha hayırlı çalışmalarla, insanları zararlı üretimin tahribatına maruz bırakmayacak güçte olamaz mıydı?
İsrail inanıyor yapıyor, Müslüman ise uyuşmuş, kimliğini, ideallerini kaybetmiş, adeta morfinleşmiş, hiçbir şeye ciddi bir tavır koymaz olmuş.
Eğer müslüman inanmış olsaydı böyle mi olurdu
Bu ve benzeri konularda Müslümanların referansları vardır. Resûlüllah efendimiz zamanından bir olayı hatırlatayım:
Rivayete göre Hazret-i Ömer (ra)’in Müslüman oluşunda kaç kişiydi sahabe-i kiram biliyor musunuz? Önceleri bir peygamber işe başlamıştı.

Samet Kuvel: 40-50 kişi, belki 100 kişi…

İlhan Oral: Hz. Ömer hakkında rivayet edilir; Resûlüllah’a teslim olduktan sonra sordu: Yâ Resûlüllah, biz kaç kişiyiz?
-“Hamza müslüman oldu otuz dokuz kişi olduk, sen Müslüman oldun, şimdi kırk kişiyiz”
Ömer kalktı ve haykırmaya başladı:
-Niçin burada duruyoruz? … Kalkalım İslâm’ı dünyaya haykıralım!
Herhalde İMAN böyle bir şey!
Şimdi bugünkü Müslümanlar, dünyada büyük bir nüfusa, çok zengin servete ve çok büyük bir medeniyete sahip oldukları halde dünyada en pasif millet, en tepkisiz ve en çok kokuşmuş olan irade; Müslümanlar! 

Samet Kuvel: Bir ezilmişlik psikolojisi var…

İlhan Oral: Buna, inanmamalarından kaynaklanan psikoz da diyebiliriz. Ee Müslüman, kendi kendini o hale düşürürse, zaten bu psikolojik bir olaydır. Eğer Müslümanlar, ataleti tembelliği seçmişlerse, ezikliği kendileri kabul etmişlerdir. Allah da layık olduğu için Müslümanlara bunu vermiştir.
Çünkü her türlü kudret, kuvvet ve tasarruf Allah’a aittir. Kâinatın tasarrufu Cenab-ı Hakk’ın yed-i kudretindedir. Şimdi onun içindir ki Müslümanlara baktığımız zaman, iman etmişsen gereğini yapacaksın…
O halde gerek beslenmede, gerek savunmada, gerekse sosyal alanlarda, bilimde, sanatta, bütün alanlarda Kur’an’ın gösterdiği hedefi kabul edip, o hedefe çırpınarak da olsa gitmek istemeyen Müslümanlar, ya da yollarda dökülüp kalan Müslümanlar, evet Müslümandır, ama mümin olma sıkıntısı yaşamaktadır.
Ben de onun için kitabın adını; “iman etmemiş Müslümanlar” diye tesmiye ettim. Bu isimden dolayı çok eleştirilmeyi bekledim. Ama birkaç televizyonda ve birkaç radyoda kitabın tanıtımını yaptığımız zaman bazı itiraz edenler oldu. Fakat beklediğim kıvamda eleştiri almadım. Yine de eleştiri beklemekteyim.
Ancak, Hucurat Suresinin 14. âyeti, bu konuyu ilginç bir tarzda işlemiştir. Taşradan bedevi araplar geldiler dediler ki, “ya Resûlullah, biz de iman ettik” Onların imanlarını tekzip eden Cenab-ı  Hak; “İman ettik demeyin” uyarısında bulunarak, “Ancak Müslüman olduk” deyin, şeklinde düzeltme yaptı.

Samet Kuvel: Teslim olduk, yani…

İlhan Oral: Teslim mânâsı evet… Zaten kâinatın sistemi İslam, yani teslimiyet.

Samet Kuvel: Bir teslimiyet zaten…

İlhan Oral: Teslimiyet demek de. Ancak buradaki Müslüman olmak mer’î kanuna uymak demektir, onun dışına çıkmayan ve çıkma gücünde olmayan demektir. Aslında yerde ve gökte kim varsa, ne varsa hepsi Müslümandır.  Her canlı acıktığı zaman yemeğini yer, karnını doyurur. Yiyip de, karnında biriktiği zaman fazlasını boşaltır. Genelde canlılar, uykusu gelince uyur. Eceli gelen ölür. Aslında her şey şaşmaz bir kanuna tâbi’dir ve ona teslimdir.
Şimdi, mesela; önceki dinler de İslâm mıdır? deniyor. İlginç bir soru değil mi? Ama aslında bu sorunun cevabı o kadar kolaydır ki, hiç sıkıntı çekmeden cevaplayabiliriz.
Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda peygamberlerin ortak dualarından biri, çok ilginç ve çok önemlidir:
“Allah’ım beni Müslüman olarak öldür” diyerek bu kavramı açıkça dile getirmişlerdir. Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa (a.s) ve diğer peygamberlerin hepsi bu dilekte bulunmuştur.
O halde varlık âlemine, fizik âlemine baktığımız zaman, zaten o teslimiyet kanunu ile yaşadığımızı görürüz. Onun içindir ki, ilâhî kanuna teslimiyet açısından hepimiz Müslümanız… Ama mü’min ile Müslüman arasında fark vardır.
İslam kelimesine iman kavramını yüklediğimiz zaman, mümin ortaya çıkar ve bilinen anlamı gerçekleşir.

KUR’AN’IN KARŞISINDA KAYBEDİYOR MUYUZ?

Bugün Müslümanların genel manzarasına bakalım. İman açısından kendimizi test edelim:
Bunu, çok iyi anlatabilmek için bir örnek vereyim: mesela Cenab-ı Hakk diyor ki, “…Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği düşmanları, korkutup caydıracak gücü hazırlayın”.
Acaba Müslümanlar böylesi bir sorumluluklarını yerine getirmekte neredeler? Bu sorumlulukla yükümlü iken sorumluluklarının gereğini ifa ediyorlar mı?
Allah Teala bu emri verdiğine göre, bütün Müslümanlar da bundan sorumlu olduğuna göre, eğer Müslümanlar bunu yapmıyorlarsa, Allah ile (hâşâ) savaş yapıyorlar demektir.
Burada, Allah ile savaş yapmak, nasıl olur diye aklınıza bir soru gelebilir ve olur mu böyle bir şey diyebilirsiniz.
Bu ifadeyi Kur’an’da ilginç bir şekilde görmekteyiz.
Faiz alış ve veriş meselesinde Allah ile savaş yapma kavramını görüyoruz. Cenab-ı Hakk diyor ki, “Ey mü’minler, Allah’tan korunun ve faizden arta kalanı bırakın almayın, eğer mü’minler iseniz.
Yok eğer bu faizi terk etmezseniz bilin ki, Allah ve Resûlüne karşı savaşa girmişsiniz.”

Bir başka meseleye baktığımız zaman mesela; Cenab-ı Hakk, “Hepiniz top yekün Allah’ın ipine sarılın.” diye emrediyor.
Peki bugün Müslümanlar bunun neresinde?
Müslümanlar genellikle başka irade ve güçlere bağlanır, inansa da inanmasa da bağlı olduğu iradeye âdeta köle olurlar. Bu bağlandığı irade ya bir dernektir, ya bir vakıftır, ya bir tarikattır, ya bir mezheptir, ya bir partidir, v.s.
Farklı iradelere bağlanan Müslümanlar paramparça bir pozisyondadır.
“Başkasından geçerek yalnızca gönüllü olarak O’na dönün, O’ndan korunun ve namazı olması gerekir şekilde kılın, müşriklerden olmayın.
O müşrikler ki, dinlerini parçalayarak ayrıldılar ve grup grup oldular. Bunlardan her grup kendilerinde olan değerlerle böbürlenip durmaktadır.”
Yine Cenab-ı Hakk diyor ki, “Allah’a ve Resûlüne itaat edin. İtişip kakışmayın. Sonra, paramparça olursunuz, gücünüz gider, devletiniz yıkılır. Sabrediniz, gerçekten Allah sabredenlerle beraberdir.”
Bu şartlarda Müslümanları teste tâbi tutsak, yüzde 99’u Kur’an’ın karşısında kaybeder. Mesela bugün çıkalım piyasaya, bir delikanlı var, bir genç kız var, evlenecek… Veya adamın biri bir iş kurmuş, adam yetiştiremiyor, gücü yetmiyor, ona yardımcı olalım, karz-ı hasen denilen bir yardımlaşma sistemi var. İşini kaybeden, iflas eden birileri vardır. Allah Teala’nın emri olduğu için bu insanlara yardımcı olalım, karz-ı hasen (faizsiz borç) verelim, bu insanlara yardımcı olalım, diyelim.
Böyle yardımlaşmayı görmek için çıkıp dolaştığımız zaman, fiyaskoyla geri döneriz. Birçok ilâhî emri görmezlikten duymazlıktan geldiğimiz gibi, Kur’an-ı Kerim’in emirlerinin çoğunu kulak ardı etme durumumuzla yüzleşmeliyiz ve kendimizi sorgulamalıyız.
“Yerin ve göklerin nasıl yaratıldığını bir düşünün”… Mülk Suresinin ilk ayetlerinden bir tanesi. “Bakın, göklere, âlemlere, gözünüzü gönlünüzü açın, bakın” diyor. “Hele bir daha bakın” diyor… “Sonra o bakışınız, zelil ve döküntü bir şekilde tekrar geri dönecektir” diyor..
Hz. İbrahim (a.s) diyor ki: “Ey Nemrut ve ahalisi! Bu ellerinizle kerpiçten yaptığınız  büstler var ya, bu heykeller var ya, onlar tanrı olamaz.” “Ne diyorsun sen?” diyorlar… Tartışma öyle sürmüş ki, gece yıldızı göstererek “Tanrı olsa olsa bu kadar yüce bir yerde olur” demiş İbrahim (a.s). Tartışma devam ediyor. Biraz sonra ay doğuyor. “Daha parlağı doğdu, budur tanrı” diyor… Sabah oluyor, güneş doğuyor. “Aaa, işte bakın budur tanrı” diyor… “Çünkü hepsini bu bastırdı” diyor… Akşam oluyor, güneş batıyor. “Batan giden, zail olanları sevmem” diyor… 
Hz İbrahim (a.s), burada bütün Müslümanlara çok önemli bir meseleyi anlatıyor. O da ne biliyor musunuz?
“Sonsuza, kafanızı açın. ” Hemeç olmayın, mesajını veriyor.
Onun içindir ki, Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda, şablon olarak bir Müslümanı Kur’an ile örtüşme sıkıntısı çekeriz.
Eskiden bir yazılı türü sınav vardı. Doğru ve yanlış cetveli ile D ve Y kutucuklarının üzerine gelecek şekilde, Doğru ve Yanlış için boşluk olurdu bir kâğıtta... Getirir cevaplanmış kâğıdın üzerine koyarlardı… Eğer hiçbiri tutmuyorsa, kâğıt boş olduğu için not sıfır olurdu. Bugünkü Müslümanlar da buna benzer bir pozisyon sergilemektedirler.
Ama şunu da söylemek zorundayım, insanların hepsini tamamen silip atmak ve aynı kategoriye mahkum etmek büyük bir haksızlık olur. Çok iyi yetişmiş insanlar var. Ama bu yetişmiş insanlarla Kur’an hükümlerini karşılaştırdığımızda da yine birçok sıkıntı zuhur eder.
Kelile ve Dimne’de bir hikâye var:
Göçmen kuşlar gelmiş, bir tarlaya konmuşlar. Bir avcı file şeklinde bir ağ döşemiş. Gelen kuş, orada karnımı doyuracağım derken, fileye takılıp kalıyor. Uçmak istiyor, uçamıyor. Bir tarlanın üzerine serilen bu fileyi kuşlar dolduruyor. Hepsi uçmak istiyor, uçamıyorlar… En sonunda içlerinden biri sesleniyor “Ey kuşlar, durun” diye… Herkes bir anda bir imdat freni gibi algılıyorlar bu sesi ve o seslenen kuşu dinliyorlar. “Eğer siz böyle tek tek kalkmaya kalkışırsanız, hiçbiriniz kalkamazsınız, uçamazsınız, kurtulamazsınız. Biraz sonra da avcı gelir, hepinizi toplar götürür. O kârlı çıkacak, çünkü sizi satıp para kazanacak.” Kuşlar diyor ki; “Öyleyse ne yapalım?” “İçinizden bir başkan seçin” diyor… “Avcı geldiği zaman, sevinçle size doğru yaklaşırken, o başkan komut verecek. 3, 2, 1 diyerek geri sayım yaparcasına komut versin, o anda herkes aynı anda havalansın. Hem zalim avcının filesi gider, hem siz kurtulursunuz.” demiş. Gerçekten de o şekilde kurtulmuşlar.
Bugün Müslümanlar bu birlik ruhunu niye yakalayamıyorlar? Kur’an-ı Kerim diyor ki, “Topyekün Allah’ın ipine sarılın”
Bugün hiç böyle bir şey görebiliyor muyuz?
O halde eğer Müslümanlar inansaydılar, bugün bu şekilde bir ifade kullanmamıza gerek kalmazdı. E inanmadıklarına göre bütün Müslümanları, silip atalım mı? Hayır!
Ben de zaten “İman Etmemiş Müslümanlar” kitabını yazarken bunu düşünmüştüm. Bana çok tepki gösterirler, benden ispat isterler, ben de Kur’an-ı Kerim ile ispatladığım zaman, bana kalkar o zaman derler ki, ya “Haklısın”, ya da “Haksızsın”, şöyle şöyle düzeltmen gerekir…
Buna bile bir kısım insanlardan aldığım tepkiler biraz iyiydi ama ben beklediğim sonucu alamadım…
Müslümanlar buna itiraz etmemekle çok önemli bir gerçeği onaylamış oldular. Ve ben de hem Allah’a katıksız inanmanın iç huzurunu yaşamak istiyorum, hem de Müslümanlara tatlı tatlı ve nezaket kuralları çerçevesinde tavsiyede bulunuyorum. Kimseye kâfirsin demiyoruz, siz de demeyin…
Amma, “eğer Müslümanlar “iman etmiş” olsalardı, İslam bugün yeryüzünde hâkim olurdu ve bugünkü gibi zillet hayatı yaşamazlardı!” diyoruz… 
Çok iyi yetişmiş seçkin insanlar var dedik… Hayranlık duyuyorum… Ama o seçkin taraflarıyla beraber mutlak mânâda birliği kurmaları gerekir… Mesela bir ayet-i kerimede şöyle bir emir var: “Sizden bir topluluk olsun. Birinci görevleri olarak, hayra çağrı yapsınlar, iyiliği emretsinler ve kötülükten insanları menetsinler.” Yani birlik halinde ve beraberlik çerçevesinde topluca inançları istikametinde yürüsünler!
Eğer bunlar olmuyorsa, imanı yeniden inşa etmek gerekmez mi?
“Hayır” ile ilgili kısa bir değerlendirme yapalım. Hayrın ne olduğunu kısaca değerlendirelim.
Mesela her eve girmiş olan bilgisayarı, Amerikalı biri bulmuş, bütün dünyaya yaymış… ve her bilgisayar alan, hatta her internete giren, ona vergi ödüyor adeta… Böylesi bir icadı Müslümanlar yapmış olsalardı ve insanlığın hizmetine sunmuş olsaydılar hayır işlemiş olurlardı.
Peki bunu Müslümanlar yapamaz mı idi?

Samet Kuvel: Tam aksine, çok yetenek var bizde…

İlhan Oral: Evet bizde gerçekten çok yetenek vardır. Amma her teknolojik  üretimin sahibi gayri Müslimlerdir.  Müslüman yapmadı? Şimdi bütün bunlara baktığımız zaman, Müslümanları toplu olarak ele aldığımız zaman, “iman” nimetinden korkunç derecede mahrum olunduğunu görüyoruz… Kur’an’ın ortaya koyduğu kriterler ile Müslüman mü’min olsaydı, bugünkü zillet yaşanmazdı!
Bunlardan farklı birkaç örnek vereyim… Bugün Pakistan’da öyle gruplar var ki, birbirlerini hem tekfir ediyorlar, hem birbirlerini yok etmenin mücadelesini veriyorlar… Hâlbuki her biri, kendine göre uçacak Müslüman… Bugün yürekleri acıtan yara Filistin’de, iki grup var, neredeyse birbirlerini öldürecekler… Birliği, dirliği tesis etmeleri lazımken, Müslümanlar hep görmezlikten geldiler.
“Bütün mü’minler kardeştirler, kardeşlerinizin arasını ıslah edin, ki felah bulasınız”… Demek ki yalnızca Müslümanlar bu ayetin gereğini yerine getirseler Filistin’deki Müslümanlar, bir yerde güç kazanacaklar, bir yerde düşmana karşı tavır koyacaklar, belki de savaşmadan barışı tesis edecekler…
Velhasıl, kitabı baştan sonuna kadar okumak lazım ama, o da solda sıfır kalıyor, Kur’an-ı Kerim’i baştan sonuna kadar anlamak lazım ki, o “iman etmemiş Müslümanlar” pozisyonundan kurtulalım ve mü’min olma şerefine nail olalım.

İlhan Oral kimdir?
1944 yılında Artvin’de doğdum. 1960’ta, meşakkatli bir yolculuktan sonra İstanbul’a gittim.
Fatih Çarşamba’da İsmailağa kursuna girdim. 27 Mayıs ihtilalinin sıkıntılarını ve acılarını yaşadım.
Nice sıkıntı ve engellere rağmen burada beş yıl iyi bir eğitim aldım.
İstanbul İmam Hatip Lisesi mezunuyum. Daha sonra yüksek tahsil için İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nü tercih ettim.
1968 yılında Diyanet'te görev aldım. Yedi yıl Fethiye Cami imamlığını yaptım. Hem görevimi hem de tahsil hayatımı beraber sürdürdüm.
Askerlikten sonra Bakırköy Özel Çavuşoğlu Lisesi’nde bir yıl öğretmenlik yaptım. Buradan tayinle İstanbul İmam Hatip Lisesine geçtim. Müdür yardımcılığı, başyardımcılık ve müdür vekilliği görevlerini yürüttüm. İstek üzere Kadıköy İmam Hatip Lisesi'ne atandım. Burada da bir süre idarecilik yaptım. Yine idareciliği bırakarak öğretmenliğe devam ettim.
Ek görev olarak, Özel Eseniş, Özel Doğuş, Özel Marmara liselerinde öğretmenlik yaptım. 1994 yılı sonunda emekli oldum.
Halen araştırıp yazma çalışmalarını sürdürmekteyim. Birçok tercüme ve telif çalışmalarım vardır. Basılmış eserler ise şunlardır:
Sonsuzlukta İnsan ve Evrensel Yöneliş
Gönüller Irmağı (Şiir)
Evrensel İbadet
İman Etmemiş Müslümanlar
Basılmaya hazır:
Üç derste Kur’an okumaya başlatıyoruz
İki çocuk babasıyım ve Şeyma, Kerem ve Ekrem adlarında üç torun sahibiyim.

Söyleşinin devamı gelecek...

Samet Kuvel
www.iyilikguzellik.com özel



Bu haber 3,189 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,292 µs