En Sıcak Konular

Yarım yamalak güvenlik!

28 Nisan 2010 10:34 tsi
Yarım yamalak güvenlik! GDO'lu ürünlerin Türkiye'de üretimi yasaklanırken ithal edilerek tüketimine olanak tanınması, başka ülkelerdeki riskli üretimin desteklenmesi anlamını taşır

Doç. Dr. Aykut Çoban'ın yazısı:

GDO’lu ürünlerin ithalatına ve piyasaya sürülmesine olanak tanıyan Biyogüvenlik Kanunu, TBMM’de kabul edildi ve 26 Mart 2010’da Resmi Gazete’de yayımlandı. Daha önce farkında olmadan yediğimiz GDO’lu ürünleri, yasal olarak tüketmemizi mümkün kılan kanun Meclis’te görüşülürken, iktidar partisi de dahil, parti grupları adına görüş açıklayan tüm konuşmacılar, GDO’lu ürünlerin risklerinin olduğunu belirtti. GDO’lu ürün yemeyeceğini daha önce açıklayan Tarım Bakanı ise, kanunun söz konusu riskleri giderecek biçimde hazırlandığı kanısında. Nitekim, ilk maddesinde belirtildiği gibi kanun, GDO’lu ürünlerin risklerini engellemeyi, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını amaçlıyor. Kanunun, gerçekten de, GDO’lu besinlerden sağlık ve çevre riski taşımayanların yurttaşın tüketimine sunulmasını sağladığını söyleyebilir miyiz?

Biyogüvenlik Kanunu, GDO’lu ürünlerin risklerinden kaçınmak için bir dizi kural koydu. Bunlardan ilki, üretim sürecinde ortaya çıkan çeşitli riskler nedeniyle GDO’lu bitki ve hayvan üretiminin Türkiye’de yasaklanmış olması. GDO’lu ürünlerin üretimi yasaklanırken ithal edilerek tüketimine olanak tanınması, başka ülkelerdeki riskli üretimin desteklenmesi anlamını taşır. Biyogüvenlik Kanunu, Türkiye’de sakındığımız risklerin üretim yapılan başka ülkelerde oluşmasına katkıda bulunduğu için hem ahlaken yanlış hem de ekolojik bakımdan savunulamaz. Ayrıca ithalat yoluyla riskli bir üretimi besleyen kanun, Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine de aykırı. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve Cartagena Protokolü, taraf devlet olarak Türkiye’yi, insan sağlığının ve biyoçeşitliliğin zarar görmesi sonucunu doğurabilecek GDO’ların kullanımının ve ülkeler arasında hareketinin önlenmesini sağlamakla görevli ve sorumlu sayıyor.

Riskleri engellemek için kanunda ikinci olarak bir Biyogüvenlik Kurulu öngörülüyor. Kurul, risk ve sosyoekonomik değerlendirmelere göre GDO’lu ürünlerin ülkeye sokulması konusunda karar verecek. Dokuz kişiden oluşan kurulun dört üyesi, o GDO’lu ürünün sağlık ve çevre risklerinin bulunduğunu vurgulamasına karşın, ürün diğer beş üyenin oyuyla halkın tüketimine sunulabiliyor. Bunun dışında kurul, verdiği olumlu kararı sonradan iptal ederek, ürünün riskli olduğuna karar verip toplatılmasına hükmedebiliyor. Arada geçen sürede ise, yurttaşlar riskli sanılmayan ama aslında riskli olan ürünü tüketmiş olacaklar. Beşe dört karar alınması ve kurulun kararının iptali durumunun ortaya çıkabileceğine ilişkin kanunda yer alan bu iki hüküm bile, riskleri engelleme amacıyla yola çıkan kanun koyucunun yaşadığı çelişkiyi göstermek için yeterli.

İzlenebilirlik
Üçüncü olarak, kanunda izlenebilirlikle ilgili kurallara yer veriliyor. Buna göre, piyasaya sürülen GDO’lu bir ürünün işleme ve dağıtım zinciri boyunca her aşamada takibi yapılacak, belgesi tutulacak, etiketinde GDO’lu olduğu belirtilecek. İlk anda kulağa hoş geliyor. Diyelim ki, GDO’lu buğdayın ithal edilmesine izin verildi. O buğdaydan un yapıldı, o un hamura dönüştürüldü, o hamur kaşarlı pide olarak mahalle kebapçısında önünüze geldi. Kanuna göre, pidenin üzerinde “GDO’lu buğday unundan yapılmıştır” etiketini görüyor olmanız, ayrıca buğday ithalatçısından kebapçıya kadar tüm ilgililerin GDO’lu ürünle ilgili kayıtları tutuyor, 20 yıl saklıyor ve yetkililer geldiğinde onların denetimine sunuyor olması gerekir. Yediğiniz pidenin, pizzanın ya da ekmeğin üzerinde GDO’lu undan yapıldığına ilişkin etiketi görmediğiniz sürece, kanunun bu hükümlerinin hiçbir uygulama değeri yok demektir. Eskiden olduğu gibi, yine farkında olmadan GDO’lu ürünleri tüketiyor olacağız.

Kaldı ki, etiket zorunluluğu, aslında, GDO’lu ürünlerin GDO’lu olmayan üründen bir farkının olduğunu, bu fark nedeniyle etiketlenmesine gerek duyulduğunu gösterir. Değilse, ABD’de olduğu gibi, birbirine eşdeğer sayılan GDO’lu ürünle GDO’lu olmayan ürün aynı etiket kurallarına tabi kılınırdı. Biyogüvenlik Kanunu, etiket zorunluluğu getirerek iki ürün grubu arasındaki fark hakkında yurttaşı uyarıyor. Ancak, GDO’lu ürünlerin, insana ve ekosisteme etkisi, GDO içermeyen ürünlerle olan farklılığı etiket yükümlülüğüyle yok edilemez. Etiket, farklılığı yok etmediğine tam tersine farklılığın göstergesi olduğuna göre, devlet anayasada öngörülen halk sağlığını ve çevreyi koruma görevlerini etiket okuyarak tüketmemeyi seçen yurttaşa devredemez.

Son olarak kanunda sorumlulukla ilgili kurallara yer veriliyor. Burada da, riski olmadığına ilişkin karar oluşturulmuş ve izin alınmış olsa bile GDO’lu ürünün insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitlilik üzerinde bir zarar oluşturabileceği kabul ediliyor. Oluşan zarardan GDO’lu ürünle ilgili faaliyette bulunanların sorumlu olduğu belirtiliyor. Kanuna göre, faaliyet sahibinin sorumluluğunun doğması için GDO’lu ürünün zarara neden olduğuna dair ürün-zarar ilişkisinin kurulması gerekiyor. Bu ilişkiyi zarardan etkilenen tüketici ya da son kullanıcı kanıtlayacak olsa gerek. Oysa çevre hukukunda benimsenmiş ihtiyat ilkesine göre tam tersi olmalıdır. Bu zararın GDO’lu üründen kaynaklanmadığını ilgili firma kanıtlamalıdır. Kanıtlama işi, tüketiciye/son kullanıcıya yüklendiği sürece, özünde riskli bir faaliyet yürüten GDO şirketleri, bu riskler gerçekleşip de zarar oluştuğunda hukuki sorumluluktan da pratik olarak kurtulmuş olacaklardır.

İhtiyat ilkesi kanunun hiçbir maddesinde geçmiyor. Oysa bu ilke Cartagena Protokolü’nde yer verilmiş bir ilke olması dışında, tam da GDO’lu ürünler alanına uygulanması gereken bir ilke. Çünkü ortada, riskler konusunda bilimsel belirsizliğin bulunduğu, canlılar ve çevre için güvenli olup olmadığından emin olunmayan, beşe dört olarak bölünmüş kararların alındığı durumlar varsa, bu ilke, risklerin bulunmadığını ya da giderildiğini iddia edenlerin bu iddialarını kanıtlamaları gerektiğine işaret eder. Bu yapılamıyorsa, ihtiyat ilkesinin gereği, o faaliyete hiç girişmemek ve idare olarak da izin vermemektir. Riskleri engellemek amacıyla yola çıkan Biyogüvenlik Kanunu, ihtiyatlı olmak şöyle dursun, yukarıda gördüğümüz gibi esasen risklerini kabul ettiği GDO’lu ürünleri halkın tüketimine sunan bir düzenlemedir.

Kanunun yürürlüğe girmesi için önümüzde altı ay kadar bir süre var. Bu, halkın tepkisini ortaya koyması ve GDO’lu ürünlerin ithalatına yasak getiren bir kanun yapılması için yeterli bir süredir.

AYKUT ÇOBAN: Doç. Dr., AÜ SBF



Bu haber 1,452 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,899 µs