tarih olacak' | " /> tarih olacak' | "/>

En Sıcak Konular

'Kavun ve karpuz, tarih olacak'

7 Aralık 2009 10:36 tsi
'Kavun ve karpuz, tarih olacak' 'GDO'yla birlikte Ankara kavunu, Diyarbakır karpuzu tarih olacak'

Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Arslan, halkın kendi içinde sakladığı genetik materyallerin, Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların (GDO) tüketilmeye başlanmasıyla birlikte yavaş yavaş piyasadan çekileceğini belirterek, Ankara kavunu, Diyarbakır karpuzu gibi Türkiye'ye özgü ürünlerin tarihe karışabileceğini, bunların yok olmaması için Türkiye'nin bitkisel gen bankasını oluşturması gerektiğini söyledi.

Arslan, GDO'ların, moleküler biyolojide geliştirilmiş endüstriyel ürünler olarak toplumsal hayata, pazarlara sunulduğunu, bu konuda Kanada, Almanya, İsviçre, Fransa, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya, Çin, Japonya, Kore, Avustralya, Arjantin ve Meksika'da çeşitli çalışmaların yapıldığını belirtti.
Arslan, bu ülkelerin elinde olağanüstü bir stok bulunduğunu ve Türkiye'nin de bu konuda ciddi bir pazar olduğunu, bu pazarın Türkiye'ye girmesi için yıllardır çaba harcandığını ancak, her defasında toplumsal tepki oluşması nedeniyle geri adımların atıldığını dile getirdi.

Arslan, "Dikkat ederseniz son yıllarda karpuz, mısır, domates, kavun zevkimiz değişti. Bu şu demektir, halkın kendi içinde sakladığı genetik materyaller yavaş yavaş piyasadan çekilecek. Ankara kavunu, Diyarbakır karpuzu gibi ürünler neredeyse tarih oluyor. Bunların yok olmaması için Türkiye'nin bitkisel gen bankasını oluşturması gerekir. GDO'lu ürünler Türkiye'de önlenemez gen kirliliğine yol açacaktır. Bu Türkiye için çok ciddi bir tehlikedir. Bu ürünler sadece melez tohumları temel alan evrensel bir standartlaşma gayretidir" dedi.

Arslan, şöyle konuştu:
"Dünyanın bildiği belli başlı gen öbekleri var. Türkiye bunlardan bir tanesi, Kafkasya bunlardan bir tanesi. Türkiye'de de 11 bine yakın bitki çeşidi var. Standart ürün ürettiğin zaman vatandaşın da zevki değişiyor, ürünün tadı ve lezzeti de değişiyor. Bu, (endüstri olsun) diye geliştirilmiyor. Toplumlar giderek çoğalıyor, çoğaldıkça tarım alanları giderek azalıyor. Azaldıkça tarım alanları içinde maksimum verim sağlanmak zorunda. Örneğin, susuzluğa karşı dirençli ya da haşerelere karşı dayanıklı ürün elde etmek için haşarata dayanıklı olan bitkilerdeki genleri bulup, bunu mısıra, pamuğa, ayçiçeğine transfer ediyorsunuz ve yapraklarda, köklerde ve meyvelerinde bu parazitlere karşı direnç kazandırılıyor.

Dolayısıyla verimlilik yükseliyor. Genetik çeşitliliğe sahip olan Türkiye'de GDO'lu ürünlerin tüketilmesiyle mevcut gen kaynaklarının yok olmasına yol açıyorsunuz. Yani mevcut gen çeşitliliği zaman içinde yozlaşıp, unutulup kaybolacak. Bir başka tehlike ise örneğin, Amerikadaki belli bir parazite göre dirençlilik kazandırılmış bir şey Türkiye'de üretilmeye başlandığı zaman, burada çok ters tepebilir. Bu durumda tarımla uğraşan kesim, muazzam bir zarara uğrayabilir. Bu zararı devletin ve toplumun kaldırma imkanı olmayabilir."
 
BİYO GÜVENİRLİK YOK
Türkiye'de genetiği değiştirilmiş ürünleri üretecek ciddi bir alt yapının olmadığını, ilgili bakanlıkların koordineli bir şekilde çalışamadığını savunan Arslan, "Türkiye'de biyo teknolojik alanlarda geliştirme yapacak laboratuvarlarda benzer çalışmaları üretecek teknik bir sınıf olmalı. Sonuçları değerlendirebilecek teknokrat yaratamazsanız, muhtaç iseniz sadece avuç açan veya taleplerine göre hareket eden bir toplum olursunuz" diye konuştu.

Türkiye'nin, yıllar önce bu konuda tedbirler almaya başladığını ve Turgut Özal döneminde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde AR-GE laboratuvarları kurulduğunu anlatan Arslan, şunları söyledi:
"O dönemlerde bu konuda yurt dışında eğitilip, Türkiye'ye dönen bilim adamlarının hiç biri şimdi araştırmada değil. Rahmetli Turgut Özal'ın aldığı o tedbirler adam gibi işleseydi biz bu Tohumculuk Yasası'nıda bu yönetmeliği de adam gibi çıkartırdık. Ama bana göre bunların yapılması için şimdi çok erken, çünkü bu yasa ve yönetmelik ciddi bir alt yapıya dayanan araştırmalar yapılmadan çıkartıldı. Burada üniversiteler kabahatli, bakanlıklardaki araştırma birimleri de kabahatli. Bakanlıkların, üniversitelerin ve araştırma kurumlarının çok büyük günahı var.

Araştırma kurumlarında ve üniversitelerde bir devamlılık yok. Her yönetimin değişmesinde ilgili uzmanlarda değişiyor. Bu işin ehli olan adamları tutmadık. Yeni bir parti iktidara geçtiği zaman o ehil insanların özelliklerine bakmaksızın değiştirdik. Bu insanlardan gereken fayda topluma aktarılmadı. Şimdi o kurulan merkezlerin haline gidin bir bakın. Ödenek yokluğundan bakım yapılamıyor. Bu yüzden camları kırılmış, tavanları çökmüş. Devlet bu yatırımı yapmış, millet bu fedakarlığı yapmış ama, daha 20 sene önce kurulan araştırma merkezi iflas etmiş. Bu konuda çok ciddi istikrarlı çalışmaların yapılması lazım."
 
GAÜN'DE 360 ÇEŞİT BİTKİ YOK EDİLDİ
Görev yaptığı Gaziantep Üniversitesi'nde kurulan arboratumda Güney ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde endemik 360 çeşit bitkinin bulunduğunu ve bu bitkilerin 10-12 yıl emek verilerek büyütüldüğünü ileri süren Arslan, "Eski yönetim arboratumu inşaat alanına çevirerek yerine bir merkez yaptı. Bu dünyanın hiç bir yerinde olabilecek bir şey değil. Hem de bunu bir üniversite yapıyor. Bırakın vatandaşı, üniversitenin üst yönetimi için bir arburatumun hiç bir önemi yok. Bu bölgelerdeki endemik bitkileri toplayıp yetiştiren hoca da gitti. O bitkilerde inşaatın altında kaldı. Öğrencilerin dağlara çıkarak topladıkları bitkilerde bitti, gitti" diye konuştu.
 
VÜCUDUN GDO'LARA TEPKİSİ BİLİNMİYOR
GDO'ların tüketilmesiyle ilgili sivil toplum örgütlerinin yaptığı açıklamaları mantıklı ve yerinde bulduğunu, bu işin, Türkiye'nin bitkisel gen havuzunu etkilemeden yapılması gerektiğinin belirtildiğini, bunun çok önemli olduğunu ifade eden Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Laboratuvarlarda altyapı oluşturulmadan bize sunulduğu için çok riskli. Birincisi ülkemizin gen kaynakları tehlikede. İkincisi insan sağlığını nasıl etkileyecek? Çünkü biz sadece burada bir besin yemiyoruz. Buradaki her bir besin, bir parazite karşı dirençlilik proteini içeriyor. Bu proteini vücut antijen olarak algılar. Vücudun alerjik cevabı buna karşı nasıl olur? Bunların hiç bir araştırması yapılmadı.

İlk başta alerjiyle ilgili tedbir alınması gerekir. Hibrit veya ek proteinden bahsediyoruz. Yani konulan genin bitki de sentezlemesini istiyoruz. Bunun uzun dönemdeki etkisi nedir bilmiyoruz. Aşıları üreten GDO ürünleri de yapabilirsiniz, devamlı bir uyaran antijen olursa vücudun buna tepkisi ne olur? İşte GDO'lar zehir saçıyor açıklamalarının nedeni de bu. Bunun etkileri uzun seneler sonra çıkacak. Bütün ülkeler bu konuda güvenirlik yasası çıkartmış. Bu şoklamaya karşı vücudun cevabı ne olur bilemeyiz, bekleyeceğiz. İşte bunlar tehlikeli. Bunun üzerinde çalışılması lazım. Melez ya da ek bir proteinin nasıl davranacağını bilinmiyor."

Arslan, "Kanada'da sadece hayvan yemi olarak kullanılmasına izin verilen GDO'lu buğday çeşitleri, insanımızın tüketmesi amacıyla ithal edip, köylüye tohum ve fırınlara ekmeklik buğday olarak satılırsa Türk toplumuna karşı yapılabilecek en büyük saygısızlık olur" dedi.
 
GENETİK BANKALAMA YOK
GDO'lu ürünlere ihtiyaç duyulmasının sebebinin, üretimin kalitesini yükseltmek ve verimi arttırmak olduğuna dikkati çeken Arslan, "Türkiye enteresan bir ülke, dağ taş gezildiği zaman genetik çeşitliliğin iklimsel değişikliğe paralel olarak çok geniş olduğunu fark edersiniz. Üniversitelerimizde ve araştırma merkezlerinde bu bitkilerin genomik yapılarını tanımlayan ciddi çalışmalar yapılmıyor. Bizde genetik bankalama yok. Çünkü pahalı bir sistem. İtalya, Avustralya ve Kanada'da böyle bir çalışma var, bizimde yapmamız lazım" şeklinde konuştu.

Küresel ısınmanın bu şekilde devam etmesi durumunda önümüzdeki yıllar içinde Anadolu'da buğday yetişecek bir ortamın kalmayacağını ileri süren Arslan, sözlerini şöyle tamamladı:
"Arpa, çavdar kalmayacak. Yani hububat yetişmesi ortadan kalkacak. Gelecekte bence bundan çok önemli olan küresel ısınmaya göre, bizim tarımsal faaliyetlerimizin uyarlanması gerekir ve ona göre tedbir alınarak, tohum bankasının kurulması lazım. Aksi takdirde çölleşme olunca yüz binlerce, milyonlarca insan açlıktan ölecek. Bu, Türkiye için çok uzak değil, tedbir alınmazsa en geç 2050 yılı. Bu trend böyle giderse Güneydoğu Anadolu'da tarım yapılamayacak, çölleşecek ve milyonlarca insan dar yaşanabilir alanlar için önü alınmaz göçlere maruz kalacak."
 



Bu haber 1,371 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,209 µs