terbiye ediyor! | " /> terbiye ediyor! | "/>

En Sıcak Konular

Ağaç insanı terbiye ediyor!

8 Eylül 2009 12:01 tsi
Ağaç insanı terbiye ediyor! Çemberlitaş’tayız. Niyetimiz geleneksel sanatlarımızdan biri olan ”ahşap oyma” ve ”sedef kakma”yı ustasından dinlemek…

Fatma Beyza Tütüncüoğlu'nun yazısı...

Sanat İnsanı Terbiye Eder

Geleneksel sanatlarımızın insanı terbiye etmek gibi bir yönü de var. Güzel bir sanat eseri ortaya koyarken yaşananlar insanın sabırsız, dik başlı tarafını törpülüyor. Ahşap oyma ustası Hüsamettin Yivlik, bu durumu “Ağaç sizi terbiye ediyor. Yorulmak, elinizi kesmek suretiyle dediklerini dinliyorsunuz ve kendinizi düzeltiyorsunuz. Siz ağacı terbiye edeyim derken ağaç sizi terbiye ediyor.” diye özetliyor.

Geleneksel sanatlara hayatını adamış sanatçılarda sizi kuşatan bir pozitif enerji, bir sakinlik, bir dinginlik bulursunuz. Bu, sanki gürültülü ve karmaşık bir sokaktan geçerken karşınıza çıkan bir kapıyı açıp orada bir sarayla karşılaşmak gibi bir şey… Tüm gürültü patırtı birden sükûnete bırakıyor yerini. Sessizliği dinleyip ruhunuzu dinlendiriyorsunuz…

Çemberlitaş’tayız. Niyetimiz geleneksel sanatlarımızdan biri olan ”ahşap oyma” ve ”sedef kakma”yı ustasından dinlemek… Kendisiyle yıllar önce Karababa Tekkesi’nde tanışmıştık. Tekkenin içinde mütevazı bir atölyesi vardı. O küçücük yerde icra edilen muhteşem eserleri görüp de hayran olmamak mümkün değildi. Tekkeye girdiğimizde sağ taraftaki türbenin önünde yerde bir tahta kaşık hatırlıyorum. Zarif, ince işlenmiş, ahşap oymadan şahane bir kaşık… Ve onunla birlikte aklıma gelen tek isim Hüsamettin Yivlik. Yıllar sonra hem kendisini hem sanatını daha yakından tanıma fırsatı yakalamış olmaksa ayrı bir heyecan... Kendisiyle görüşmek için verdiği adres Karababa Tekkesi değildi. Ağırlandığımız yer Karababa Tekkesi’nin karşısında bir başka atölye... Hüsamettin Bey yine her zamanki güler yüzü ve mütevazılığıyla karşılıyor bizi. Çaylar gelene kadar biz söyleşimize başlıyoruz. Kendisinin ahşap oyma sanatıyla nasıl tanıştığını soruyoruz.

Hüsamettin Bey bizi ağırladığı atölye binasında dünyaya gelmiş. Çocukluğunda Cağaloğlu’ndaki Büyük Reşit Paşa Okulu’na gitmiş. Yıllar sonra çalıştığı yer ise Sultanahmet Sağlık Müzesi. Evi Çarşıkapı’da olduğundan çocukluğu ve gençliği o civarda geçmiş. “Bu caddede yürüdüğünüzde göreceksiniz ki sağlı sollu hep Osmanlı eserleri mevcuttur. Camiler, çeşmeler, mezar taşları, külliyeler, hamamlar… Çocukluğumda bu eserler beynime nakşetmiş, şuur altıma yerleşmiş” diyor.

Yapılmayanı yapmak

“İnsan kendi kaderini kendi tayin etmiyor. Kader insanı kendine çekiyor” diye devam ediyor gülümseyerek. Sağlık Müzesi’nde bulunan atölyede marangozluk, pistole boya, mulaj alçı kalıpçılığı, yağlı ve sulu boya resim gibi sanatları yapılıyormuş.

“Boş vaktimiz çoktu” diyen Hüsamettin Bey, şöyle devam ediyor: “Fakat zaman benim için çok kıymetliydi. Oradaki aletlerin hepsini bir bir denedim. Fırçayla yağlı ve sulu boya yaptım. Oyma aletleriyle oymalar yaptım. Hızarda ağaçları biçtim. Pistole ile şablon yazdım. Alt yapım orada oluştu. 1969’da girdiğim memuriyetten 1974 yılında askerlik için ayrıldım. Askerlik dönüşü yine aynı vazifeye girdim. Ta ki 1982 yılına kadar.  Dayım sedef ustasıdır. Bir gün bana; ‘Ahşap oymaları sen yap, sedefleri ben yerleştireyim’ diye teklif etti. Bu şekilde dayımın ahşap oymalarını yaptım. Dayım da bana yaptığım işin karşılığını verince maaşıma ek oldu. Tabii bu beni teşvik etti. İlk yaptığımız işler antika tamirleriydi. Kavuklar, rahleler, levhalar… Ahşapla uğraşınca sedefle de tanışıyorsunuz. Sedefkârlar eskiden hep döner taşla çalışırlarmış. Fakat döner taşın müsaade ettiği düz kesimlerdir. Osmanlı dönemi eserlerine de dikkat ederseniz baklava, kare, dikdörtgen, daire, üçgen gibi çalışmalarla bir bütün elde edilmiş. Ben daha ince detayları çalışmak istedim. Bunun için de taş değil testere ile çalışmak gerektiğini düşündüm. Testere ile tezyinatı sedefe taşıdım. Hat ve süslemeyi sedefte ince detayı, yetmişli yıllarda ilk ben başlatmış oldum. Taktiğim ve idealim ’yapılmayanı yapmaktı‘. Zamanla merak edip görenler yaptığımı taklit ettiği zaman ben branş değiştiriyordum. Daha değişik tarzda çalışıyordum. Bu yıllarca böyle devam edince bugün altı sanatı icra eder hale geldim. İlk dekopaj yani kıl testere ile kontrplak keserek çalışmaya başladım. Oradan ahşap oymaya yöneldim. Sonra ahşap oymayla birlikte metal kakmayla devam ettim. Sonra ahşaba sedef kakma. Oradan metal maden kesmeye geçtim. Sergilerimi ziyaret edenlerle birebir temas kurup, yapıcı eleştirilerini alıp, değerlendiriyorum. Bu beni son zamanlarda kuyumculuğa yönlendirdi. Yaptığım bir iki takı örneği çok beğenildi.”

Minicik odada üç saat

Sohbetimizin burasında bize dar ve küçük gelen bu atölyenin aslında en az üç saatte gezilebilecek bir müze olduğunun farkına varıyoruz. Kendisinin bize bahsettiği sedef kakma, ajur, gümüş takı, ahşap oyma örnekleri içeriye davet ediyor bizi. Siz benim üç saat dediğime bakmayın. Bahsettiğim oda minicik. Ama oradaki her bir esere dakikalarca bıkmadan usanmadan bakabilirsiniz. Sanki her birinin bir hikâyesi varmış da gizemli bir dille anlatmaya çalışıyormuş gibiler… Biz bu dünya kadar büyük sergiyi gezerken Hüsamettin Bey bize ahşabı anlatıyor:

“Ahşap tabii malzemedir. Her yerde rahatça kullanabilirsiniz, sağlıklıdır. Doğal malzemeler birbiriyle daha iyi iletişim kurar. Ben ilk olarak ahşaba gümüş kakmayı denedim. Fakat baktım bir süre sonra deforme oluyor. Oradan şöyle bir kural çıkarttım: Doğal malzemelerde hava şartlarında genleşme oranı daha az. Sentetik malzemelerde hava şartlarında genleşme oranı daha fazla. Mesela Osmanlı ahşaba sedef kakmış, bağ kakmış ama metal kakmamış. Bunun hesabını yapmış. Sedef, bağ, ahşap doğal malzemedir. Bu üç doğal malzeme birleştiği zaman hepsi aynı oranlarda genleşip büzüştükleri için deformasyon olmuyor. Ene boya genişliyor veya büzülüyor. Aynı zamanda iç bükey ve dış bükey olarak da aynı şekilde uyum içinde oluyor. Malzemede uyumsuzluk olduğunda eserin ömrü de kısa oluyor.”

Böylece bir sanatla ilgilenirken malzemenin karakterini tanımak gerektiğinin de farkına varıyoruz. Hüsamettin Bey ise devam ediyor:

“Bir ahşap işi elinize aldığınız zaman bir buçuk ay uğraşıyorsunuz. O, bir buçuk ay size arkadaş olacak. Arkadaş seçerken de böyle değil midir? Zaman geçirir, sohbet eder, alış veriş yapar, darılıp barışırız. Ortaya artılar eksikler çıkar, teraziye koyduğumuzda artısı fazla ise ‘Ben bununla dost olurum’ deriz. Gerçek bir sanatçının da çalıştığı malzemenin karakterini, huyunu iyi bilmesi lazım… Ben şimdi ceviz çalışıyorum. Sert ağaçtır, ömrü uzundur, geç çürür. Çalışması zordur. Fakat bu zor bende kolaylaşıyor. Neden? Çünkü ağacın karakterini öğrendim. Mesela budaklardan çok güzel desenler çıkar. Cevizde budak çoktur. Ben de o budaklı yerleri çalışırım. Budağı oymanız mümkün değil. Bu sefer ağacın suyuna gitmeye başlıyorsunuz, liflerine doğru. Lifin zıddına gittiğinizde işi bozarsınız.”

Sanat insanı terbiye eder

Böylece geleneksel sanatların bir yönünü daha keşfetmiş oluyoruz: Terbiye. Her ne kadar güzel bir sanat eseri ortaya çıkarmaktan alınan lezzet anlatılamazsa da o eseri ortaya koyarken yaşananlar da insanın sabırsız, dik başlı tarafını törpülüyor demek ki. 

“Ağaç sizi terbiye ediyor” diye devam ediyor Hüsamettin Bey. “Yorulmak, elinizi kesmek suretiyle dediklerini dinliyorsunuz ve kendinizi düzeltiyorsunuz. Tasavvuf da buradan doğuyor. Siz ağacı terbiye edeyim derken ağaç sizi terbiye ediyor. Ben bu ağaca bu emeği sarf etmeseydim ya ayağınızın altında döşeme tahtası ya da sobada kül olacaktı. Ama şimdi onu yere koyamazsınız. Önce ben isyan ederim. Duvara asacaksınız. Ömrü boyunca size haz verecek. Üzerindeki ayet-i kerimeyi veya hadis-i şerifi kısaca mesajı sık sık hatırlayacaksınız.”

Hüsamettin Bey’i dinlerken aklımda sorular uçuşuyor. Birini yakalayıp soruyorum. Her sanat dalının bir doğuşu, gelişimi var. Yüzyıllar boyunca farklı formlara bürünüyor. Peki ya ahşap oyma?

Tahmin ettiğimin aksine bilinen en eski süsleme sanatı İrlandalılara aitmiş ve “Kelt geçmeleri” diye bilinirmiş. İrlandalılardan Bizanslılar etkilenmiş. Bu geçmelerin üzerine hayvan ve insan figürleri çalışmışlar. Sonra Selçuklular insan ve hayvan figürlerini, yaprak ve çiçek süslemelerine dönüştürüp adına da “Rumi” demişler.  

“Bu süslemeler yetmişli yıllara kadar ‘Rumi’ olarak biliniyordu. Daha sonra Süheyl Ünver Bey’in araştırma ve çalışmaları neticesinde adına ‘Selçuklu münhanileri’ yani ‘Selçuklu sonsuzları’ denildi” diyen Hüsamettin Bey, şu bilgileri veriyor: “Hakikaten tasavvufumuzun yansımasıyla biz sonsuz bir âlemdeyiz. Sanatımızda da bir sonsuzluk vardır. Geometrik şekilleri kullanmışlar. Bu şekillerin sonsuzda birleşmesiyle çeşitli yıldızlar çıkıyor ortaya. Bir ana şekli katladıkça daha geniş detaylar elde etmek mümkün oluyor. Zenginleşiyor. Sonsuzluğu ifade ediyor. Kapılarda pencere korkuluklarında geometrik desenler çokça kullanılmıştır. Bu sanatı yaparken genelde sert ve lifli ağaçlar kullanılır. Ceviz, maun, seyrek olarak abanoz, ıhlamur, gürgen en çok kullanılanlar. Gerçek bir ahşap sanat eseri 200 yıl dayanır.”

Hat, sanatların anası

Geleneksel sanatlarda esas olanın hat sanatı olduğunun altını çiziyor Hüsamettin Bey. “Önemli olan mesajdır. Sonra hattın etrafındaki süsleme yani tezyinatı olan ‘tezhip’ hattın zemini olan ‘ebru’ gelir”

“Acaba bu anlayış başka hangi dinde vardır?” diye düşünürken Hüsamettin Bey cevaplıyor sorumu: “Diğer dinlerin bu şekilde gelenekseli yoktur. Geleneksel güzel sanatların bu şekilde gelişmesi tasavvufu doğurmuştur. Bir mesaj etrafında sanat yaptığınızda güzel düşünerek güzel eserler meydana getirmiş oluyorsunuz. Her sanatçının meydana getirdiği eser o sanatçının bir parçasıdır. O sanatçının kara kutusudur. Erbabı, aldığı, seyrettiği ya da kullandığı eseri dikkatlice izleyecek olursa o sanatçının benliğine inebilir. Onu dikkatle izleyen o sanatçının ruhunu görür. Böylelikle de mesaj yerine ulaşmış olur.”

Hüsamettin Bey geleneksel sanatlarla iştigal etmenin insanların İslam dinine yaklaşmasını sağladığını ve bunun sayısız örnekleri olduğunu söylüyor. Terbiye, sabır, bilgi, güzel düşünce, pozitif bakış açısı, zengin gönül, basiret, kültür, hoşgörü, güler yüz, sağlıklı ruh, mütevazılık, mutluluk, huzur, iman ve daha sayılamayacak kadar güzellik geleneksel sanatların insana kattıklarından sadece bir kaçı.

İçimizdeki güzelliklerle baş başa kalıp kendimizi tanımak ve aşmak için sanatla ilgilenmek gerektiğine olan inancım pekişiyor. Dergi sayfalarına ancak bu kadarı sığdı. Ancak eminim siz satır aralarındaki huzuru yakaladınız. Hüsamettin Bey’e sonsuz teşekkürler…

Abraham, İbrahim oldu

İbrahim adında Amerikalı bir arkadaşım var. Ülkemize turist olarak gelmişti. Benimle tanışınca, “Bana da öğretir misin” dedi. Amerika’da bir sanat okulunda okumuş. “Öğretirim” deyince sırf bu sanatı öğrenmek için burada kaldı. Dört beş yıl birlikte çalıştık. Pratik öğrendi. Sonra Mimar Sinan’a girdi ve birincilikle bitirdi. Alt yapısı da vardı. Bütün geleneksel bölümdeki arkadaşları onun etrafında yoğunlaştı. Bir Amerikalının nasıl olup da bizim sanatlarımıza ilgi duyduğuna hayret ettiler. Ne tuhaftır ki İbrahim’den dolayı benimle tanıştılar. Sanatın aslını öğrenince talebelerde bir ciddiyet hâsıl oldu.

İbrahim’le ilk tanıştığımızda:

— Hıristiyan mısın, dedim.

— Hayır, ateistim, dedi.

— Eğer sen bu sanatı ciddiyetle yaparsan bu sanat seni Müslüman yapar, dedim. Öyle de oldu. Üç sene sonra çıktı geldi.

— Hatırlarsanız bu sanat seni Müslüman yapar demiştiniz, dedi. Şahadet getirdi ve Müslüman oldu. O zaman adı Justen Abraham idi. İbrahim oldu. Bu sanat, bu kültür insanları işte böyle etkiliyor.

 



Bu haber 2,431 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,668 µs