En Sıcak Konular

Kyoto ile aslında ne imzalıyoruz?

13 Haziran 2008 20:25 tsi
Kyoto ile aslında ne imzalıyoruz? Toz duman arasında Türkiye Kyoto Anlaşması’nı imzalayıp gidecek. Doğru mu yanlış mı yaptık bir tarafa, içinde ne olduğu bile tartışılmadı. Oysa bu anlaşmanın yüzde 80’i bizi ilgilendirmediği gibi karşıtları da çok.

Aslında konu o kadar can damarından yakalıyor ki insanı, itiraz edeceğiniz bir-iki nokta olsa bile sesinizi çıkaramıyorsunuz. Bir yandan gıda krizi, bir yandan küresel ısınma öyküleri, popüler bir figür olarak Al Gore’un şaşalı gösterileri bir anda çökünce, hiç ses çıkarmadan imzayı atıyorsunuz.
Konu iklim değişikliği, çevre, kuraklık, ısınma olunca ağzınızı bile açmaya korkarak getirileni kabul ediyorsunuz. Oysa yüzde yüz doğru ve tamamen kusursuz olsa bile “imzaladığı kağıda” bakmaz mı insan? Bakmadık. Ya da baktırmadılar.

Kyoto Protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası tek çerçeve. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya söz veriyorlar.

Kyoto, 1997'de imzalanıp 2005'te yürürlüğe girdi. Şu an 169 ülkeyi kapsamakta. Ancak birkaç ülke imzaya yanaşmıyor.

İmza atmayan önemli ülkeler arasında ABD ve Avustralya gibi gelişmiş ülkeler, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de yer almakta(ydı). Çin ve Hindistan gibi bazı ülkeler ise imza atsalar bile karbon salınımlarını azaltmak zorunda değiller. (Bu da ayrı bir konu ama dağıtmayalım.)

Basitçe; Soru ve cevaplarıyla: Kyoto Anlaşması nedir? için lütfen TIKLAYINIZ!
http://www.iyilikguzellik.com/haber.php?haber_id=80

Biz nasıl gelişeceğiz?

Aslında protokolün ilk yıllarında imza atmaya itirazı olan ülkeler çok daha fazlaydı. Genel olarak red noktası iki temel noktaya dayanıyordu: Birincisi, gelişmiş ülkeler kirlenmenin asıl sorumlularıydı ve gelişmelerinin sebebi de buydu. Oysa gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkeler dünyayı kirletmemişti.
Tabii bu “onlar da (biz de) kirletsin ondan sonra bakarız” anlamına gelmiyor. Daha çok şu anlama geliyor, “sorumlu biz değilken, neden bu anlaşmanın ağır şartlarına uyalım. Ve, gelişmiş ülkeler “gelişmek için” havayı kirlettiler, peki biz nasıl gelişeceğiz?

Bu söyleme itiraz etmenin çok anlamı da yok. Çünkü Kyoto’nun prensipleri bu dengesizliği görmüş. Yani gelişmişler ile gelişmemişler arasında bir ayırım yapıyor. Çıkarlarının ortak olmadığını söylüyor.
İkinci nokta ise belki daha da önemli. Çünkü Kyoto Protokolü ile devreye girecek önlemler, inanılmaz ölçekte pahalı yatırımlar gerektiriyor. Gelişmemiş ve gelişmekte olan bir çok ülkenin bu şartları sağlaması hayli zor.

Karbon borsası!

Bu arada hemen hiç bilinmeyen bir yönüne değinmekte fayda var. Gelişmekte olan ülkeler “sera gazı salınımları” açısından daha serbest bırakıldığından, gelişmekte olan ülkeler bu bölgelere “çıkış” yapabiliyor.

Yani havayı kirletecek sanayi faaliyetlerini bu ülkelerde yapabiliyor. Burası önemli. Yani Kyoto üzerinden kirlemetemedikleri dünyayı başka ülkeler üzerinden-o ülkeler yabancı yatırımcı diye inlediği için-kirletebiliyor.

Bu da bir tür kirletme, “karbon borsası” yaratıyor, yaratacak. Türkiye’ye gelince. Uzun süre Kyoto Protokolü'nü imzalamayan Türkiye 30 Mayıs 2008'de Protokolü imzalayacağını resmen açıkladı.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Dışişleri Bakanlığı’na, “Kyoto Protokolü’ne taraf olmayı kabul ve TBMM tarafından onaylanmasının uygun olduğuna” ilişkin yazı gönderdiğini açıkladı. 5 Haziran 2008 tarihinde Protokolün imzalanması Meclis’e sunuldu.

İyi ama bu süreçte bilim adamları, sanayiciler, hatta çevre konusunda duyarlı kesimler neden ortaya hiç çıkmadı? Çıktıysa bile cılız kaldı? Neticede bilim adamları çıkıp, “tamam doğru bir şey yapıldı” da diyebilirdi.

Şimdi ortaya Kyoto yüzünden çıkacak inanılmaz miktarlardaki meblağlar atılıyor. Hiç bu rakamlara girmiyoruz, çünkü en mütevazı olanı bile Türkiye’nin bir anda karşılaması mümkün değil.

Ve elbette şu konuşmalı. Bu duyarlılığı biz neden kendi başımıza gösteremiyoruz, neden bize uygun şartlar içinde Kyoto Protokolü'nün gereklerine kendimiz dikkat etmiyoruz. AB için, "olmazsa Ankara şartları" der devam ederiz diyenler, neden "Türkiye Çevre Protokolü" diyerek kendi havamıza ve çevremize sahip çıkmanın yollarını aramıyor. İlla bir "küresel" anlaşma imzalanıyor?

Öyle veya böyle, şimdi veya sonra bu anlaşmanın gerekleri yapılacak! Ama nasıl?

1) Atmosfere salınan sera gazı miktarı %5'e çekilecek.
2) Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek.
3) Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak.
4) Atmosfere bırakılan metan ve karbon dioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek,
5) Fosil yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt kullanılacak.
6) Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek.
7) Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokulacak.
8) Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak.
9) Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak.

İş dünyası ne diyor?

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), Kyoto Protokolü’ne katılımın, Türkiye’nin kalkınmışlık düzeyine ve büyüme ihtiyacına uygun olmayacağını savunarak, hükümete herhangi bir taahhüt altına girilmemesi çağrısında bulundu.

"Kyoto Sözleşmesi’nin Türkiye ekonomisine getireceği maliyet, sanayinin omuzlarına bırakılmamalıdır. Türkiye, Kyoto Protokolü’nü kabul ettiği takdirde, gelişmiş ülkeler gibi işlem görerek, bağlayıcı nitelikteki emisyon azaltma yükümlülüğü altına girecek, sanayileşme ivmesi azalacak ve kalkınma hızı düşecektir. Dünya Bankası verilerine göre Türkiye’nin 2004 yılı itibariyle kişi başına emisyon miktarı 3,2 ton karbondiyoksit düzeyindedir. Bu düzey, 4,3 ton olan dünya ortalamasından bile düşük olup, 8,2 tonluk AB ortalamasının ve 13,2 tonluk gelişmiş ülkeler ortalamasının çok altındadır." 

Şimdi bu itiraz ne olacak? Bu soruların yanıtları henüz bilinmiyor. Ama biz yine son birkaç notu ekleyelim. ABD bu anlaşmayı tek başına kalmak pahasına imzalamıyor. Ama Irak Ocak ayında imzaladı! Tabii ABD çok yalnız da sayılmaz. Çünkü Vatikan da imzalamadı!

www.iyilikguzellik.com özel



Bu haber 1,561 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,112 µs