Daima merhamet! | " /> Daima merhamet! | "/>

En Sıcak Konular

Daima merhamet!

8 Aralık 2011 10:32 tsi
Daima merhamet! Prof.Dr. Kemal Sayar, yazıyor...

Nisan 2011 Kutlu Doğum Haftası Açılış Konuşması, Ankara

Efendim, dünyamız bir merhamet eksikliğinden can çekişiyor. Bakıyorsunuz çevre, tabiat kirleniyor. Yani bir 50, 100 sene sonrasını tahayyül edemez boyutlara gelmiş durumdayız. Tabiatın kirlenmesi, tabiatın bize artık eski güzelliğini sunamaz olması da insanın merhametsizliğinin bir tecellisi. Çünkü biz Seyid Hüseyin Nasr'ın deyimiyle tabiata bir ana gibi davranmıyoruz. Onu istismar etmeye yönelik bir iştihanın kurbanı haline getiriliyoruz. İnsan ilişkilerine bakıyorsunuz insan ilişkilerinde büyük bir yıkıcılık hakim. Körpecik yavrular nasıl bir kötülüğün eseri olduğunu kavrayamadığımız bir şekilde cinayete kurban gidiyor. Evladın anaya, ananın evlada emniyeti kalmadı. Bütün bunlar, merhamete günümüzde ne kadar fazla ihtiyaç duyduğumuzu bir kez daha bize gösteriyor. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde bahsediyoruz ya, bazı batı memleketlerinde şöyle güzel bir uygulama yapıyorlar, hafta sonları insanların içini burkan haberleri bir süreliğine tatil ediyorlar ve sadece insanlara güzel ve olumlu haberler veriyorlar. Ben bir psikiyatri uzmanıyım, doğrusu ben memleketimizdeki özellikle kimi ticaret kanallarının haber bültenlerini izlemeye takat yetiremiyorum. Onları izlerken içim burkuluyor ve hakikaten nasıl bir dünyada yaşıyoruz sorusuna cevap veremiyorum. Pek çok insan ruh sağlığı zaten gerginlikle mağlup olan insanlardır bu haberleri izledikleri zaman, gazeteleri üçüncü sayfalarına ve belki bütünlerine baktıkları zaman çok emniyetsiz çok vahşi, insanın kurdu olduğu bir dünyada yaşadığımız izlenimini ediniyorlar.

Evet, bir Latince atasözü var 'homo homini lupus' diyorlar, 'insan insanın kurdudur'. Bizim medeniyetimiz ise bize bunun tam tersini söylüyor. İnsan insanın kurdu değildir, insan insanın yurdudur. Hz. Resul 'kendisi için istediğini başka bir kardeşi için istemedikçe kişi tam, kâmil manasıyla iman etmiş olmaz' diyor. Bir diğerkâmlık felsefesi var bizim genetik kodlarımızda. Pek çok insan maalesef merhamet kavramı ile acımak kavramını birbirine karıştırıyor. Acımak dediğimiz şey bir lütufkarlık barındırıyor içinde, bir yukarıdan bakış, bir kibir, ben daha yukarı bir konumdayım ve daha aşağıda olan sana acıyorum. Hâlbuki merhamet böyle bir şey değil. Merhamet bize söylendiği üzere bizim onu vermekle zaten şifa bulacağımız bir şey. Yani merhamet aslında ilahi özümüzün insan ilişkilerinde bir yansımasından, tecellisinden ibaret. Merhamet eden aslında o anda merhamet ediliyor demektir. Merhamet veren o anda merhamet verdiği kişi tarafından kendisine, merhamet veriliyor demektir. Merhamet duygusunu acımak duygusundan ayırabilmek lazımdır. Merhamet bir başkasıyla birlikte bir ızdırap çekebilmek demektir, merhamet bir başkasının ızdırabını hücrelerinde yaşamak demektir, onun ızdırabıyla benim de inleyebilmem demektir. Günümüzde en çok bu diğerkamlık ahlakına ihtiyacımız var. Çünkü 'adam sen de' ciliğin had safhaya vardığı, gemisini kurtaranın kaptan sayıldığı, 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' felsefesinin maalesef yürürlülükte olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Katliamların haddi hesabı yok. İnsanlar kolaylıkla birbirlerine kıyabiliyorlar. Böyle bir dünyada ötekinin iniltisini, acısını hissetmenin ötekinin ızdırabıyla ahlaklanmanın ne kadar önemli olduğu ortada. Eğer bizler başkasının ızdırabıyla, başkasının iniltisiyle hemdert olabiliyorsak, onunla ahlaklanabiliyorsak kamil manada insanlık yolunda yürüyoruz demektir. Sadece kendi nefsi için, kendi egosu için, kendi refahı için yaşayan insanın insanlığından bir şeyler eksiktir. Anlam, mana dünyasında kendini yerli yerine oturtamamış bir insandır o.

Hepimiz ancak kendimize daha yüksek bir amaca yönelebildiğimiz zaman daha kamil insanlarız. Kendimizden daha yüksek bir amaca yani bizimle beraber solmayan, yitmeyen, Hz. İbrahim'in kıssasında dile getirdiği gibi batmayan bir ülküye yönelmek zorundayız. Yani inandığımız değerler, hizmet ettiğimiz değerler; bizim yok oluşumuzla birlikte zail olmamalı, yok olmamalı. İşte böyle bir dünyada iki seçenek var önümüzde. Ya merhameti seçeceğiz, merhamet yolunda ilerleyeceğiz, ya da 'gemisini kurtaran kaptan' diyeceğiz, 'altta kalanın canı çıksın' diyecek ve zalimane bir anlayışı benimseyeceğiz. Zalimane anlayış bize şunu söylüyor: 'Altta kalan altta kalmayı zaten hak etmiştir'. Sosyal darwinizmdir bunun adı bilimsel literatürde. Güçlü olan ayakta kalır diyor bize, zaten düşen, zayıflayan bunu hak ettiği için oradadır. Dolayısıyla onun sırtına binip çıkmakta bir problem yoktur. İşte bizle merhamet ahlakıyla, merhamet donanımıyla böylesine zalimane bir anlayışla mücadele edeceğiz. Yani hep söylenildiği gibi gücün hakkına karşı hakkın gücünü savunacağız. Güç; silahıyla, bilimiyle, çeşitli metotlarıyla galip gelmiş olabilir ama sonunda asla var olamaz, kaim olamaz, adalete yaslanmayan hiçbir güç/görüş, hiçbir medeniyet sonsuza dek kaim olamaz. Geçici bir süre zaferini ilan eder fakat sonra insanlığın gösterdiği dirençle tarihin sahnesinden silinir gider.

Kâinatın sadece güçlü olanın ayakta kaldığı bir çerçeve, çevre olduğunu söyleyen dünya görüşünün aksine kainatta sadece yardımlaşan organizmaların hayta kaldığını söyleyen bir başka bakış da vardır. Bu bakış bize kainattaki bütün varlıkların birbirine görünmez merhamet bağlarıyla bağlantılı olduğunu, birimizin iyiliğinin diğerinin de iyiliği olduğunu fısıldıyor. Yani bizler birimiz iyi olmak kaydıyla bu salondaki insanlar olsun, kâinattaki bütün mevcudat olsun birimizin iyiliği ötekinin de iyiliğine yarayabilir. İnsanoğlu birbirine bağımlı bir varlıktır. İnsanoğlu ve bütün nebatat olsun hayvanat olsun birbirinden beslenen, birbirinden imdat isteyen varlıklardır. İşte bize bu görüş diyor ki kainatta güçlü olan ayakta kalır önermesi çok doğru değil. Dinozorlar çok güçlüydü ama yok oldular. Demek ki kainatta yardımlaşmayı becerebilen, birbiriyle çok güzel ekosistemler oluşturan dolayısıyla birbirine veren ve alabilen organizmalar ayakta kalıyor. İşte bizler galiba bu felsefeye, bu ahlaka, bu diğerkamlık anlayışına hizmet etmek zorundayız. Yani, insanın insan kurdu olduğu, varlığın varlığa kurt olduğu değil, varlığın varlığa yurt olduğu, insanın insana yurt olduğu bir anlayışa hizmet etmek zorundayız. 'Merhamet ötekiyle beraber acı çekmektir' dedim, merhamet bu bakımdan bir empati duygusunu da içinde barındırır. Yani ötekini anlayabilmek, ötekinin çarıkları içine girip o çarıklar içinde, Kızılderililerin ifadesiyle, millerce yürüyebilmeyi gerektirir. Ama empati duygusunu aşan bir şeydir merhamet. Çünkü merhamette aksiyonerlik vardır. Eğer siz sadece bir insan için üzülür, onunla beraber acı çeker fakat hiç kımıldamazsanız, hiç hareket etmezseniz o merhamet eksik kalır. Merhamet aksiyonerdir. Bize de aksiyoner olmak zaten öğretilmiştir. Bizim dinimiz bize her zaman hayrın ve iyiliğin peşinde koşmayı vaaz eder. Kıyamet suru üflendiğinde dahi elinizde bir fidan varsa gidip bunu dikiniz buyurur Hz. Peygamber. Bu ne kadar büyük bir davettir, ne büyük bir çağrıdır.

Her zaman oluş üzerine olun, her zaman gayret üzerine olun, her şey kopup bitecek olsa dahi umuttan vazgeçmeyin, umuttan feragat etmeyin demektir bu. İşte merhamet de bizi eyleme çağırır, komşumuzun açlığı bizi eyleme çağırır. Komşusu açken tok yatan bizden değildir çünkü ötekinin sıkıntısı biz eyleme çağırır, hemdert olmaya çağırır. İşte bakın dünyanın aldığı ve Türkiye'nin maalesef içinden geçtiği bu ruhsal kriz, narsisizmin krizidir. İnsanların, toplulukların sadece kendilerini değerli saymaları ve başka insan kardeşlerini başka varlıkları değerli saymama krizidir. 'Ben gider gücümü gayri meşru da olsa her yerde kullanabilirim' diyenler dünyada meşruiyet krizi yaratıyorlar, bir merhamet, ruh krizi yaratıyorlar. Nasıl ki bir insan güçlü olmak hasebiyle başkasının hakkını iktisap edemezse; hiçbir devlet, millet veya organizasyon da masumlar üzerinde terör uygulayamaz. Masumların üzerinde kayıtsızca kendi hükümdarlığını yürütemez. 'Sadece ben ve benim çıkarlarım öndedir, benim kabilemin çıkarları dışında hiçbir çıkar önemli değildir, insanların genel çıkarı önemli değildir, ahlak kaideleri önemli değildir' demek işte merhametsizliğin daniskasıdır. Bunun örneklerine yakın zamanlarda rastladık. Bosna'daki savaşta rastladık, Ruanda'daki savaşta rastladık, Irak'ta rastladık, en son Gazze de çocukların üzerine fosfor bombaları yağdırılırken yaşadık. 'Başka insanların hayatları kayda değmez, sadece ben ve benim kabilemden olanların hayatları önemlidir' diyen insanlar merhametin temeline dinamit koymaktadırlar ve insanlığımızı tehdit etmektedirler. İnsan olmanın bilgisini tehdit etmektedirler. Bakın sosyal psikoloji çalışmalarında çok enteresan bir veri var. Hepimizin kendisini sigaya çekmesi gerektiren bir veridir bu. Bize şunu söyler pek çok çalışma, bizler kendimizden saydığımız insana karşı merhamet etmekte çok mahiriz, kendimizden bizden saydığımız insanları seviyoruz, onaylıyoruz, onların hatalarını görmezden geliyoruz, onlara merhameti kolaylıkla gösterebiliyoruz. Ama farklı saydığımız, hasım saydığımız, düşman saydığımız insanlara karşı aynı merhameti gösteremiyoruz. Onlara karşı o kadar toleranslı değiliz, onları affetmek istemiyoruz, onların hatalarını büyütüyoruz kolaylıkla. İşte merhamet yaratılmış her şeye merhamet edebilmek demektir. Kalbimizin o kadar kuşatıcı olmasıdır ki Hz. Resul'un söylediği gibi 'ya rabbi onları affet çünkü bilmiyorlar' diyebilmektir. Gözyaşları yüzünden süzülürken, eziyet görmüşken, horlanmışken bunu söyleyebilmektir işte. İnsanın en çok canı yandığında merhamet edilebilmesi , işte bu çok büyük bir yükseliştir. Çünkü canımız yandığı zaman bizler öfke duyarız, intikam almak isteriz, biz de karşımızdakinin canını yakmak isteriz. Bu çok basit bir psikolojik kaidedir. Ancak intikamla, bir misillemeyle içimizin soğuyacağını düşünürüz. İşte o yüzden de dünya maalesef öfkeden geçilmiyor. Öfke cinayetleri, ya da birbirini hiç tanımadan öfkelenen insanlar silahlarını çıkarıp ateşleyebiliyorlar, birbirini tanımayan insanlar muhayyel korkular yüzünden birbirini kesebiliyorlar, ızdırap çektirebiliyorlar.

Öfkeyi dizginleyebilmek merhametin olmazsa olmaz koşullarından bir tanesidir. Merhamet senin mutluluğun olmazsa benim de mutluluğumun olmayacağı bilgisidir. İnsanın kendi sınırlarının ötesine varmasıdır. Sadece kendisi için değil başkaları içinde var olduğumuzu hissettiğimiz zaman çok kuvvetli bir canlılık hissi yaşarız. Bugün bakın batı toplumunda ruhun ölümünden bahsediliyor, kronik sıkıntının batı toplumunun yaygın haleti ruhiyesi haline geldiğinden bahsediliyor. Yine de bizim toplumlarımızı çok canlı kılan bir şey var; insan ilişkileri. Bizler yardım etmeyi seven toplumlarız, bizler dost elinden gel olmasa da giden toplumlarız. Kalpten kalbe yolu bulabilen insanlarız. İşte bu bizim toplumumuzu her şeye rağmen güçlü, dayanıklı, canlı kılmaya devam ediyor. Merhamet içimizde bir yerlerde sönmeye tutmuş, insanlık kandilini yeniden tutuşturan ve bize en temel halinde insanlığımıza geri çağıran bir duygu. Şimdi, evet az önce sayın başkanımız da bahsetti batı toplumlarında komplo nazariyatı hat safhada merhamet konusunda. Diyorlar ki iyilik, merhamet hissi boş yere galip gelmez, insan eğer bir şey arıyorsa, merhamet edecek bir fırsat ya da kişi arıyorsa aslında kendini alkışlatmak ihtiyacındandır. Yani bir şekilde kendine bir övgü düzmek istiyordur. Kendini iyi hissetmek istiyordur. O yüzden merhamet işlevine soyunuyordur. Yani merhametin kendiliğinden ve ya Allah' ın rızasını gözeterek kendi başına bir eylem olabileceğini kabul etmeyen bir düşünce. Komplocu bir düşünce, insanın baştan kötü bir varlık olduğunu varsayan bir düşünce. Bizse bu anlayışa karşı insan fıtratının temiz ve berrak olduğunu ve daha sonra kirlendiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla insanın fıtratında, varoluşunda merhametin zaten kodlanmış olduğunu söylüyoruz. Çok enteresan bir şey, psikoloji bilimi de bize bunu söylüyor. Yaklaşık 20-30 yıldır merhamet kavramı üzerine çalışmalar yapılıyor ve ahlakın kökeni empati, merhamet duygusunun köklerine bakıldığı zaman bizlerin insan olarak beynimize ruhumuza bu duygu kodlanmış olarak doğduğumuzu çalışmalar gösteriyor. Yeni doğan bir bebek başkasının ağlayışına, sesine, iniltisine hemen cevap veriyor.

Çocuk koğuşlarında kalmış olanlar görmüştür. Özellikle yeni doğan koğuşlarında, ben de Ankara Hacettepe Tıp Fakültesinde bir aylık intörnlüğümü yeni doğan koğuşunda yapmıştım, bir çocuk ağlamaya başladığında diğerleri o ağlayışa bir ağlayışla cevap verirler. İnsan bir başkasının ızdırabını hissetmeye ayarlı bir varlıktır. Bir 30 sene önce çok enteresan bir buluş yapıldı. Ayna nöron denilen bir kavram özellikle sinir bilim literatürüne girdi. Çok enteresan bir şey bu. Bir insanın çektiği ızdırabı ben onun yüzünden hissettiğim anda onun beyninde harekete geçen hücreler hangisiyse benim beynimde de aynı hücreler harekete geçiyor. Anya nöronlar, yani insan beyni karşısındakinin ızdırabını hemen hissediyor ve hemen ona bir cevap veriyor. Onun beyninde ateşlenen, harekete geçen sinir hücrelerinin aynısı benim beynimde de harekete geçiyor. Bu çok büyük bir buluş, bu buluş bize empati duygusunun, başkasını anlamanın insanın ruhuna zaten kodlu olduğunu, insanın rahmani bir varoluş üzerine yaratıldığını söylüyor. Peki, hal böyleyken ne oluyor da bizler bazen büyük zalimlere, acımasız kişilere, çok kıyıcı insanlara dönüşüyoruz. İşte, o merhametin maalesef dünyamızda geçer akçe bir değer olmasından, insanlığı aydınlatıcı bir değer olmaktan maalesef kültürel koşullanmalarımız vasıtasıyla geri durmasından kaynaklanıyor. Kültürler bazen merhameti özendiriyorlar bazen de insanları merhametsizliğe teşvik ediyorlar. Kültürler bazen gücün hakkını öne sürüyorlar bazen de hakkın gücünğ öne sürüyorlar. İşte bizler bir merhamet medeniyetinin varisleri ve bir merhamet peygamberlerinin takipçileri olarak merhameti baş tacı etmek ve onu her yerde, her zaman daha fazla konuşmak zorundayız. Merhamet bende olan bir şeyi başkasına vermek değildir. Merhamet bir başkasını çok iyi anlayabilmem, çok iyi hissedebilmem, yardım edebilmek için bütün hücrelerimle harekete geçebilmem demektir. Bir aksiyonerliktir merhamet biraz önce dediğim gibi. Dolayısıyla bunu sanki sosyal devletin icaplarına aykırı bir şeymiş gibi sunamazsınız. Siz fevkalade sosyal bir devlet kurabilirsiniz fakat bir evladın anaya merhametini onun yüreğine koyamazsınız. Bunun için yaygın öğretim gerekir ve bu yaygın öğretim ancak yuvalarımızda başlar, okullarımızda devam eder, televizyonlarımızda yankı bulur, basınımızda yankı bulur toplumsal hayatta bir seferberliğe dönüşebilir. Hepimiz dünyayı emin bir yer olarak bilmek istiyoruz, hele çocuklar, en çok onlar bu dünyayı emin bir yer olarak bilmek istiyorlar. Buradan konuşmamın asıl kısmına girebilirim zannediyorum çünkü merhamet eğitimine her şeyden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir zaman diliminden geçiyoruz özellikle gazete haberlerine baktığımız zaman. Bir defa merhametin hüküm ferma olabilmesi için her insanın eşit değer taşıdığı bir dünyaya erişebilmemiz gerekiyor. Bu değere saygı duymamız lazım. Yani sen şu bu olduğun için değil, şu dine ve ya bu dine, şu ideolojiye veya bu ideolojiye sahip olduğun için değil, sadece yaratılmış olduğun için sadece insan olduğun için, sadece emanet sana da tevdi edildiği için saygıya müstehaksın. 'Senin saygınlığın benim nazarımda her zaman tescil edilmiştir kardeşim' diyebilmek.

Evet, merhamet sahipleri diğerlerini yaşadığı ızdırabın ne kadar acı verici olduğunu tahayyül edebilen insanlardır. Merhamet sahipleri ötekinin acısıyla acı duyan ve onun acısıyla ahlaklanan soylulardır ve adalet ancak merhametle kaimdir. Etrafımızda ızdırap çeken insanlarla ne kadar ilgilendiğimiz, kalbimizi onların iniltisine ne kadar açtığımız, ruhumuzun ve içinde yaşadığımız toplumun ne kadar sağlıklı olduğunun bir aynasıdır. Yıllar evvel bir psikiyatri kongresinde bir Alman meslektaşımı dinliyordum çok güzel bir cümle söyledi ve o cümle benim zihnimde bir yerde asılı kaldı. Dedi ki 'bir toplumun uygarlık seviyesi içindeki en zayıf üyelere nasıl davrandığıyla ölçülür'. Bizler içimizde en zayıf olan insanlara, en korumasız olan insanlara nasıl davranıyoruz. 'Onların saygınlıklarını tescil ediyor muyuz, onlarında bu toplumda güzel bir şekilde kendilerini temsil edebilmelerine imkan tanıyor muyuz, tanımıyor muyuz?' , bu soru çok mühim bir soru. Evet, hayatı benim hayatımdan çok farklı olan onu dinlemeye değer buluyor muyum. Izdırap çekenlerin sesini en dikkatli en duyarlı halimle dinlemeliyim ki onun ihtiyaçlarını anlayabileyim. Merhamet özü itibariyle diğer canlılar için diğer insanlar için dünyayı emin bir yer kılmaktır. Bakın çocuklar merhamet duygusuyla, şefkat duygusuyla büyütülürlerse dünyayı emin bir yer olarak bilirler ve etrafındaki insanları da güvenilir insanlar olarak görürler. Bazı insanlar vardır hayatı hep bir tedirginlik duygusuyla yaşarlar ve hep hayatın darbelerinin, insanların darbelerinin nereden geleceklerini düşünürler. İşte bu çocukluk çağındaki yetiştirilme tarzıyla, anne babalık tarzıyla çok alakalı bir şey. Eğer ana-baba bu çocuğa yeterince ilgi sevgi şefkat ve yeterince merhamet verebildiyse o çocuk güvenli bir bağlanma dediğimiz bir hal üzerine büyür. Anne ve babasından dünyanın o korkulacak bir yer olmadığını dünyanın yerleşilebilecek sevilebilecek insanlara istinat edilebilecek emniyet edilebilecek bir yer olduğu bilgisiyle büyür, o çocuk dünyayı bir temkin yeri olarak algılar ve tehlikeye karşı savunma mekanizmalarını harekete geçirir.Bu savunma mekanizmalarının iki temel bileşeni vardır, birincisi, agresyon, şiddet diğeri de endişedir. Endişeli bir varoluşla bakar hep dünyaya, hep hayatın bir diğer sillesinin nereden geleceğini bekler, ya da 'onlar bana vurmadan saldırmadan, ben mazlum olmadan, zalim olayım ve ben vurayım' diye düşünür.İşte öfke saldırganlık kurallarının en temel olanlarından bir tanesi frustrasyon-agresyon hipotezi denen hayal kırıklığı ve saldırganlık varsayımıdır. Hayal kırıklığına uğrayan insanlar içlerinde ki öfkeyle baş edebilecek bir yöntem bulamadıkları zaman kolaylıkla saldırganlığa yönelebilirler.Öteki sesleri dinleyebilmek ötekinin sesini içine alabilmek, ötekinin sesini içine alarak zenginleşmek ve gelişmek insan tekamülü için olmazsa olmazdır. Ümidi diri tutan şeylerden birisidir merhamet. Bir başkasının ıstırabına kendimizi açmamız ve karşımızdakini insan olarak tanımamızdır. Şimdi bütün bu duyguları çocuklarımıza nasıl aktaracağız.

Merhamet evde başlar, anne ve babada başlar. Günümüz toplumunda maalesef merhameti var kılabilecek yakınlığı kaybediyoruz, o yüzden merhamet bir defa sevdiklerimize zaman ayırmakla başlar. Zaman ayırarak, onlarla zamanı paylaşarak çocuklarımızı sevilesi ve değerli varlıklar olduklarını hissettireceğiz. Yani onların bu dünyada ki varlıklarının bir kıymeti olduğu bilgisiyle büyürlerse kendileri de kıymet vermeyi öğreneceklerdir. Merhametsizliğin en zalim biçimlerinden bir tanesi kendi nefsine karşı kıyıcılık ve merhametsizliktir. Bazı insanlar çocukken çok gaddar anne babaların elinde büyürler ve onların bir türlü kendilerini beğenmeyen seslerini içine alırlar, o sesler içlerinde sürekli deveran eder. Ben her meslekten her yaş grubundan insanları dinliyorum. Diyor ki ben ne yapsam boş, ben hayatta zaten işe yaramazın tekiyim, bir şey yapamam.İnsanı acizleştiren, kötürüm eden felç eden bir duygu.İçeride bir ses sürekli sen yapamazsın, sen başaramazsın diyor. İşte maalesef merhametsizlikle büyüyen çocukların en temel sıkıntılarından bir tanesi bu. Bazen o iç sesi kısmak gerekir, terbiye etmek gerekir. Evde merhamet çocuklarımıza, sevdiklerimizi zaman ayırabilmek demektir, onlar için orda olabilmek var olabilmek demektir. Günümüzün modern toplumunda var olabilmek bir başkası için orda olabilmek, bir dost için orda olabilmek imkanı giderek kayboluyor. Hepimiz cep telefonu zırıltısıyla bir sohbeti bölmeye çok hazırız. Bazı anlar olmalı, kendimize sakladığımız anlar olmalı, oraya tuş sesi, bilgisayar oyununun sesi, cep telefonu sesi karışmamalı.Ailenin sadece birbirini dinlediği birbiriyle konuştuğu zamanlar olmalı. İşte merhametin en önemli bileşenlerinden bir tanesine geliyoruz burada, merhamet eğitimine. Dinleyebilmek. Bir başkasını dinleyebilmek. Batı toplumlarında bugün samimiyetin ölümünden bahsediliyor.Deniliyor ki 'Batı toplumunda bir şey paraya ve güce tahvil olmuyorsa ona zaman ayrılmıyor'. Dolayısıyla annelik de değer kaybediyor. Artık kadınlar doğurmayı sevmiyor çünkü kariyerine engel olduğunu düşünüyorlar veya insanlar dostluklarla uzun zaman kaybetmek istemiyor çünkü çalışması lazım, bir şey üretmesi lazım. Yani sabaha kadar bir dostun evinde çay içerek sohbet etmek, değişik ufuklara kanatlanmak sanki artık fuzuli bir şeymiş gibi algılanıyor. İşte orada olabilmek, dostunu can kulağıyla dinleyebilmek merhametin ana bileşenlerinden bir tanesi. Bir diğeri, işte evde merhamet başlar dedik, çocuklarımıza ahlaki zekayı kazandırmaktır. Bu yeni bir kavram, bizler bugüne kadar hep analitik zeka üzerinde durduk. Analitik zeka dünyada işlemleri nasıl daha iyi yapabileceğimizi akademik başarıda ne kadar daha iyiye gidebileceğimizi bir ölçüde bize veriyor. Evet analitik zekası yüksek olan insanların akademik olarak daha başarılı olmalarını bekliyoruz. Ama tek başına akademik ya da analitik zeka dünyanın problemini çözmeye yetmiyor. Hepimizin sosyal, duygusal zekaya ve bütün bunların önünde ahlaki zekaya ihtiyacımız var. Ahlaki zeka ötekine yardım edebilmek demek, riyakarlık yok demek. Bizler bugün maalesef modern toplum çocuklarını sadece kendi iyisini gözetmesi başka çocukları önemsememesi sadece kendi başarısını gözetmesi üzerinde koşullandırıyor. Bir çılgınlık halinde pek çoğumuz çocuklarımızı sınavlara sokuyoruz o sınavlarda çok başarılı olmalarını bekliyoruz ve bir yarışmacı kültürü içinde onları güçlü olanın ayakta kaldığı bir yarışın içinde tutuyoruz. Başarı öyküleri olarak bizim gazetelerimizi baktığımız zaman çok para kazanan insanları görüyorsunuz, çok servet biriktirmiş insanları görüyorsunuz.

Geçtiğimiz günlerde bir kongreden dönüyorum, bir İngiliz gazetesi aldım o kadar güzel bir şey yapmışlardı ki hayranlık duydum, keşke bizim gazetelerimizde böyle bir şey yapsa dedim. İngiliz toplumunun en başarılı altmış kişisi diye bir liste yapmışlar bu listede ilim adamları var, aktristler var, gitmiş yoksul mahallesinde bir merhamet eyleminde bulunmuş, başka insanlar için toplumsal duyarlılık faaliyetleri düzenlemiş insanlar var, altmış insanda toplum için bir şeyler yapmış bir kamusal iyinin ve merhametin peşinden koşmuş. Neden başarı öyküsü olarak merhameti yaygınlaştırmayı koymuyoruz insanların önüne. Neden daha merhametli insanları insanlığa hizmet eden insanları başarılı saymıyoruz, neden sadece kendine hizmet etmiş olan insanlar daha başarılı kabul ediliyor. İşte bizim topyekun bir dünya görüşü tazelenmesine ihtiyacımız var. Merhamete daha saf daha güzel bir nazarla bakabilmek için lütfen alıcılarımızla oynayalım. Evet camide merhamet, camilerimiz neden buluşma yerleri olmasın, neden birbirimizle dertleşme yeri olmasın, neden birbirimizle konuştuğumuz, dertleştiğimiz, birbirimizin sorunlarına çözüm aradığımız buluşma yerleri olmasın, isminde ima ettiği fonksiyonu yerine getirmesin. Bir dostum çok güzel bir merhamet eylemi yapardı çocuklarına, yıllar evvel öyle büyüttü çocuklarını, 'çocukları alırdım' derdi, ' iki üç yaşlarından itibaren Süleymaniye' ye götürürüm, bırakırım onları Süleymaniye'nin halılarının üzerinde o mabedin ruhaniyetini içlerine çekerek büyüsünler. Hangi kültüre, hangi koordinatlara nereye hangi dünyaya ait olduklarını bilerek büyüsünler. Bazen cemaatten bana kızanlar oluyordu bu çocukları niye buraya getiriyorsun diye ama çocuklar bu camiyi şimdi teneffüs etmeyeceklerse ne zaman buraya alışacaklar diyordum'. Mesela çocukları camilerimize sokalım, onların orada o havayı teneffüs etmelerine izin verelim. Bu da merhamet eğitiminin bir parçası olabilir. Yıllar evvel bir dünya psikiyatri kongresine katılmak için Hamburg'daydım ve kongre heyeti beni bir Protestan rahibinevinde misafir etti. Orada gördüğüm şeyi hiç unutamıyorum. Bu Protestan rahip ve rahibe kilisenin bütün vazifelerini yapmanın yanı sıra sosyal olarak çok aktif kişilerdi. Yani yaralıları, yaşlıları, sıkıntılı insanları hastaneye yetiştirmek, mahallede etkinliklerin öncüsü olmak gibi misyonlar edinmişlerdi ve dini hayatın içine sokmaya gayret ediyorlardı ve çok bilinçli insanlardı. Camiyi bir merhamet merkezi olarak hayatın içine daha fazla sokmayı düşünmeliyiz. Hakikaten bizim toplumumuzun önemli bir kısmı manevi eğitimini Cuma hutbelerinden, camideki etkileşimlerden alıyor. Dolayısıyla bir merhamet merkezi olarak camilerimiz daha aktif olabilir, görevlilerimiz. İmamlarımız mahallenin derdiyle dertlenen insanlar haline gelebilir. Daha aktif toplumda daha öncü roller üstlenebilir.

Toplumda merhametin neşvü nema bulması çok önemli, bakıyorsunuz bazı televizyon dizileri tamamen merhametsizliği yaymak üzere kurulmuş gibi bir izlenim uyandırıyor insanda ve topluma hakikaten çok büyük kötülük yapıyorlar. Bu televizyon dizilerinden Türkiye'yi okumaya çalışacak birisi Türkiye'nin çok zalim insanların yaşadığı, vahşi insanların yaşadığı barbar bir ülke olduğu izlenimine kapılır. Televizyon yayıncılarının da hakikaten üzerine düşeni yapmaları gerekir. Güzelliği iyiliği yayan bir televizyon dizisinin de akisleri çok büyük olabilir, kötülüğü şerri yayan bir dizinin de akisleri çok fazla olabilir. Nihayet siyasette merhamet, siyasetin sert ve dışlayıcı üslubu daha içerici daha yok saymayıcı bir üslupla yer değiştirebilirse toplum da rahatlar, ötekini kendi farklılığı içinde kabullenmek, onu kendimize benzetmemeye çalışmak merhametli siyasetin en önemli unsurlarından biri olabilir. Benim merhamet eğitimiyle ilgili çok pratik bir önerim var. Çocuklarımızı ellerinden tutalım ve hayatın kırılganlığını çok cisimleştiği, kendini çok gösterdiği yerlere götürelim onları. Mesela çocuklarımızı kanser koğuşlarına götürelim, hayatın nasıl bir şey olduğunu anlasınlar. Çocuklarımızı mezarlıklara götürelim, hayatın bir sonu olduğunu fark etsinler. Çocuklarımızı darülacezelere, akıl hastanelerine götürelim, aklın da bir sınırı olduğunu fark etsinler, insanın çaresiz düşebileceğini fark etsinler. Yoksul insanlara yardım faaliyetlerinde çocuklarımıza şimdiden sorumluluklar, görevler verelim . Mahallemizde yoksul insanlar varsa yardıma çocuklarımızla birlikte gidelim. Onun çocuğuyla çocuğumuzun arkadaş olmasını oynamasını yarenlik etmesini sağlayalım. Böylelikle çocuklarımızı sadece kendileri için isteyen varlıklar olmaktan kurtarırız. Dünyanın kırılganlığını, hayatın geçiciliğini, ölümün ve hastalığın mukadder olduğunu gören çocuk, empati duygusunu merhamet duygusunu atıl bırakmaz, geliştirir. Empati ve merhamet duyguları işlendikçe gelişebilen duygulardır. İnsanın içinde hakikaten pek çok olumlu duygu tekrar tekrar yapmak suretiyle gelişmektedir. O yüzden biz bugün iyiliğin yapılarak gelişeceğini, yoğunlaşacağını söylüyoruz. Taptuk' un Yunus Emre'ye odun taşıtması hadisesi şimdi daha anlamlı geliyor : Çünkü temrinle gayretle merhameti geliştirebilirsiniz.. Güzel bir şeyi hep ve daima yapmaya gayret eden insan merhamet yolunda bir mesafe kazanıyor.

Merhamet odaları kurabiliriz. Merhamet odası demek şu demek; acıyı çekenle acıyı çektirenin buluştuğu, konuştuğu yerler. Çünkü merhametin asli bileşenlerinden bir tanesi de affedebilmek, affedebilmek demek kin tutmamak demektir. Unutmama, ama kinini de tutmama, içimde o kini tutmuyorum, o kini bırakıyorum, o kinle ben yaşamaya mecbur değilim. İçimde öfke nefret kin olmadan da var olabilirim ve işte o nefret şu bakımdan asli bir parçasıdır. Affettiğim kişiye 'sen bu kötülüğün bir parçası olamazsın, sen bundan daha fazlasısın' diyorum. 'Allah senin kalbine bir merhamet duygusu verebilir, gerçi vermiştir ve sen yeter ki sen onu kullanmayı bil. Bu kötülükle anılmaya layık değilsin, daha fazlasını ve iyisini yapabilirsin'. İşte affediciliği çoğaltmak ta merhamet unsurlarından birisi olsa gerektir. Merhamet odalarımızda acı çekenle çektiren buluşabilir. Dolayısıyla herkes birbirini birinci elden dinleyebilir. Bazen hayal ediyorum, keşke diyorum, koskoca bir ülkede merhamet odaları kursak. Katillerle maktullerin aileleri konuşsa, insanlar bir başkasına ne kadar ızdırap verebildiğini hissetse, eziyet edenlerle eziyet çekenler buluşsa, birebir canlı örnekler üzerinden karşımızda ki insana neler yaşattığımız neler verdiğimizi hissedebilsek. Bütün dünyanın işte buna ihtiyacı var. Birbirini dinlemeye, birbirine kulak kesilmeye, birbirini öğrenmeye ihtiyacı var. Birbirinin haliyle hallenmeye ihtiyacı var. Merhamett özü itibariyle bana sorarsanız bu demektir. Başkalarının sana yapmasını istemediğin şeyi sen de başkalarına yapma. Okullarımızda merhameti hüküm ferman kılmamız lazım. Artık cezalandıran öğretmen tipinden, merhametli öğretmen tipine geçmemiz lazım. Temsillerle, dramalarla merhamet eğitimi verebilmemiz gerek okullarımızda. Drama eğitimi bizim okullarımızda neredeyse yok. Misallerle, kıssalar üzerinden, oyunlar üzerinden eğitim çocuklar için fevkalade bir eğitimdir. Eğitim sadece cebir, aritmetik, coğrafya öğretmek değildir, eğitim aynı zamanda karakteri ve seciyesi düzgün, diğerkam çocuklar yetiştirebilmektir. Hep kendisi için isteyen çocuklar değil, başkasına da hizmet etmeye talip çocuklar yetiştirmektir.İşte öyle çocuklar yetiştirirsek çocuklar okullarda çeteleşmez, birbirinin göğsüne bıçak saplamaz. Çocuklar gençler bbazen okullarımızda sokaklarımızda irbirilerine karşı çok acımasızlaşabiliyor. Bir bıçağın kanatabileceğini, bir yumruğun karşısındakinin canını acıtabileceğini fark etmeyen bir nesil geliyor. Ben nesli dedikleri bir nesil, sadece ben diyen bir nesil. Dün akşam bir psikolog arkadaşımla seyahat ederken dedi ki 'bir delikanlı görüyorum, bir bürokrat çocuğu' . Çocuk şöyle diyormuş: 'Babam bunca sene bürokratlık yaptı, çalıp çırpmadı bizde şimdi sıkıntı çekiyoruz, eğer bir gün ben bürokrat olursam çalıp çırpacağım çocuklarıma bu sıkıntıyı yaşatmayacağım' . Bakın Türkiye'nin krizi budur işte, Türkiye nin krizi tam manasıyla bir ahlak krizidir. Bizim bir silkelenişle, bir toparlayışla yeniden merhamet toplumu olmamız lazım. Başkasının canını acıtabileceğimizi, ahlakın hepimiz için gerekli olduğunu hissedebilmemiz lazım. Briinci ve ikinci Dünya savaşlarında çok ilginç çalışmalar var.Askerlerin sadece yüzde yirmisi yüzlerini görebildikleri birine ateş edebiliyor, yüzde sekseni edemiyor. Buradan da bilim adamları şöyle bir sonuç çıkarıyor. Bir başkasını öldürmemek insanın ruhuna kodlanmıştır. İnsan diğer insan kardeşinin gözlerinin içine bakarak kolay kolay onu öldüremez. O yüzden savaş tacirleri çok gelişmiş cihazları kullanıyorlar. Artık bir düğmeye basıp karşınızdakini görmeden öldürebiliyorsunuz. O yüzden bu kadar vahşi mekanizmalar geliştiriyorlar. İnsan bir başkasının gözünde kendi macerasını görebildiği için, kendi arkadaşını görebildiği için bir başkasına kıyamayan bir varlık aslında. İş, sadece o derinimizde saklı duran merhamet hazinesini, Cenab-ı Hakk'ın bizim kalplerimize yerleştirdiği ve resulleriyle bize öğrettiği, onu nasıl işleyeceğimizin, nasıl açığa çıkarabileceğimizin bilgisini bize verdiği o derin hazineyi, o büyük bilgeliği açığa çıkarabilecek gayret ve cesareti gösterebilmekte.

Herkese çok teşekkür ederim, saygılarımla. 

kemalsayar.com



Bu haber 1,573 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,876 µs