En Sıcak Konular

Kobay insan açıklaması sizi tatmin etti mi?

17 Kasım 2011 10:26 tsi
Kobay insan açıklaması sizi tatmin etti mi? Türkiye’nin ilaç sektörü tarafından yıllar yılı bir pilot ülke olarak kullanıldığı da acı bir gerçek olarak ortada...

Son 3 yılda 893 Türk’ün kobay olarak kullanılırken öldüğü iddiaları büyük ses getirirken, bakanlığın yaptığı açıklama, kim gönüllü kobay olmak ister ki sorusunu da beraberinde getirdi...

Dün ülke gündemini oluşturan konulardan biri de, ''893 Türk kobay, dev ilaç şirketlerinin kurbanı oldu'' başlıklı haberdi.

İngiliz Independent gazetesine atfen verilen haberde, ABD’deki birçok ilaç şirketinin yasalardan kaçınmak ve araştırma maliyetini düşürmek için, insanlar üzerinde yapılan deneyleri fakir ülkelere taşıdığı, Türkiye’nin bu konuda 6’ncı sırada yer aldığı belirtildiktan sonra, son 3 yıl içerisinde bu deneylerde 893 Türk’ün öldüğü bilgisi aktarılıyordu.

Sadece Hindistan’da bir yıl içinde gerçekleşen 1600 klinik deneyde 150 bin kişinin para karşılığı ya da tedavi umuduyla kobay olmayı kabul ettiği, yasaların çok gevşek olduğu ülkede kobaylar arasında okul çağındaki genç kızların da bulunduğu, hatta 13 yaşındaki Sarita adlı bir genç kızın, ailesinin bilgisi dışında kobay olarak kullanılırken akciğerlerinin iflas etmesi sonucu hayatını kaybettiği belirtiliyordu.

Haber kamuoyunda büyük yankı oluşturunca, Sağlık Bakanlığı akşam saatlerinde bir açıklama yaptı ve “klinik araştırmalara katılmanın bir -hasta hakkı- olduğunu ve tamamen gönüllülük esasına göre yapıldığını” açıkladı.

Kobay olarak kullanılan insanlar tartışması yeni bir konu değildir. 20 sene önce bir yazımda bu konuyu enine boyuna ele almıştım. (Zaman, 16 Ocak 1992)

Öncelikle şu noktanın altını çizelim...

Zengin ülkelerde yaşayan insanların yakalandığı hastalıklar büyük ölçüde varlıktan, fakir ülkelerde yaşayanların hastalıkları ise büyük ölçüde yoksulluktan kaynaklanmaktadır.

Boşa giden beklentiler...

Geri kalmış ülkelerde insanlar en basit hastalıklardan hayatlarını kaybettiği için, anneler yavrularını “benim oğlum doktor olacak” beklentileriyle büyütürler. Gelin görün ki, bu yavrular daha hayata gözlerini açmadan zalim dünyanın kendileri için kurdukları tuzaklara kapılırlar ve adeta alınıp satılabilen birer meta haline dönüşürler.

Eskiden Batılı devletlerin sömürgesi durumunda olan Afrika ve Asya ülkelerinin siyasi bağımsızlıklarını kazanması, beraberinde kültürel bağımsızlığı getirememiştir. Bu ülkelerde eğitimin tarzı ve muhtevası Batılı kalmaya devam etmiştir. Eğitimde teori ağırlık kazanmış, pratik bilgiler verilmemiştir. Köylüye öğretilen köylünün, şehirliye öğretilen şehirlinin işine yaramamıştır. UNESCO tarafından tarafından dünya üniversitelerinin eğitim yapılarıyla ilgili hazırlanan bir araştırma, sömürge anlayışıyla idare edilen ülkelerdeki müfredatın ülke gerçekleriyle bağdaşmadığını ortaya koymuştur.

Nitekim Batı eğitim sisteminin aynen kopya edildiği üçüncü dünya ülkelerinde okullarından mezun olan genç tıbbıyeciler kendi insanının sindirim sisteminde dolaşan solucanlarla, sıtma ve kötü beslenmeden kaynaklanan rahatsızlıklarla pek ilgilenmemektedirler. Onların öğrendikleri büyük ölçüde Batılı toplumların yakalandıkları hastalıkların tedavisidir.

Bu genç tıbbıyeciler, kendi ülkesinin zenginleri de Batılar gibi yaşayıp onlar gibi hastalandığı için ya bunların oturduğu zengin muhitlerde mesleklerini icra etmeyi tercih etmekte, ya da ABD, İngiltere ve Fransa gibi diğer batılı ülkelere göç edip gitmektedirler. Üçüncü Dünya ülkelerinde tıp öğrenimi gören insanların karşısına çıkan nihaî sonuç, rahatça pazarlanabilen beyin olmalarıdır.

Fransız siyaset adamı Jules Ferry bu gerçeğin altını; “Sömürge ihdasından amaç, pazar ihdas etmektir” sözleriyle çizer.

Nitekim İngiltere‘de çalışan doktorların dörtte biri yabancıdır ve İngiliz sömürgelerinden gelmedir. 1972 senesinde sadece ABD’de 68 bin yabancı doktor bulunuyordu ki, bu oran mevcut doktorların dörtte birinden fazlasına tekabül etmekteydi. Bu ülkelerde çalışan yabancı doktorların el çekmeleri durumunda Batılı ülkelerin hastanelerinin büyük zorlukla karşılaşması muhtemeldir. Halbuki bu insanlar, kendi ülkelerindeki vatandaşlarının zor koşullarda ödemeye çalıştıkları vergilerle ayakta kalmaya çalışan üniversitelerin birer mezunudurlar.

Örneğin; Senegal’de bir doktor devlete 84 bin dolara mâl olurken, ABD’de 19 bin 630 dolara mâl olmaktadır. Bu demektir ki, Batılı ülkeler doktor ihtiyaçlarını bedava denecek fiyata, hem de doktora en çok ihtiyacı olan ülkelerden temin etmektedirler.

Eğtim seviyesi, Batı’nın çıkar alanını daraltmayacak şekilde tanzim edilmiş bu ülkelerde bilgi birikimi, gerekli olan ilaçları yapmaya elverişli değildir. Bu iş, yine Batı endüstrisinin elindedir. İlaç tüketimi sağlık giderinin yarıya yakınına tekabül etmektedir ve çok çeşit mevcuttur. Fiyatlar yüksektir. Meselâ İngiltere’de yüz adedi 8.23 dolar olan Polycillin fiyatı Brezilya’da 41.95 dolardır.

Kobay insanlar...

Bu yetmiyormuş gibi, Batılı ilaç firmaları geliştirdikleri ilaçlar üzerinde yeterince deneme yapmadan ilaçları bu ülkelere satmakta, bir taraftan hiç masraf yapmadan para kazanırken, öbür yandan kimisi gönüllü kobay, milyonlarcası da işin gerçeğini bilmeden bu ilaçları kullanan insanlar üzerinde ilaçlar denenmektedir. Sonuç iyi çıkarsa, ilaçları ondan sonra Batı ülkelerinde piyasaya sunmaktadırlar. Batılı ilaç firmaları büyük ölçüde menfaat temini yoluyla kıskacına aldığı bu ülkelerin doktorlarını ilaç satışlarını artırmaları için taltif etmektedir. İlaçların kontrol testleri birer maşa olarak kullanılan doktorlar aracılığıyla insanlar üzerinde denenmektedir.

Denilebilir ki, dünyanın belki de en acımasız faaliyet alanı ilaç sektörüdür.

Sağlık Bakanlığı kobay tartışmalarına cevap niteliğindeki dünkü açıklamasında; ''Sonuç olarak bir kez daha vurgulamak isteriz ki klinik araştırmalara katılmak bir 'hasta hakkı'dır ve tamamen gönüllülük esasına göre yapılmaktadır. Bu çerçevede ülkemizde yapılan klinik çalışmalar, uluslararası mevzuat çerçevesinde hazırlanan ulusal mevzuatımıza göre yürütülmekte ve çok sıkı bir şekilde denetlenmektedir. Mevzuata aykırı hareket edenler hakkında ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde ağır cezalar uygulanmaktadır'' dese de...

Hatta bazı yetkililer, etik kurul onayı olmadan yapılan araştırmaların 3 yıla kadar hapisle cezalandırıldığını ifade edip, “Türkiye bu konunun en sıkı denetlendiği ülkelerden birisi. Ölüm, hastalık olsa canına okuruz” deseler de, Türkiye’nin bu konuda yıllar yılı bir pilot ülke olarak kullanıldığı da acı bir gerçek olarak ortadadır.

Not: Gündeme dair konuları gazeteci Rasim Ozan Kütahyalı ile birlikte bugün saat 18.00’de, İzmit’in Kartepe ilçesinde bulunan Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi'nde değerlendireceğiz. İlgi duyan okuyucularımız davetlidir.

Prof. Dr. Osman Özsoy – Haber 7
www.osmanozsoy.com.tr
http://twitter.com/ozsoyyazilar

Bu haber 1,741 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,146 µs