En Sıcak Konular

Vitamin hapları çöpe gidecek

21 Nisan 2008 22:38 tsi
Vitamin hapları çöpe gidecek Sağlıklı yaşam için vitamin hapı alanlara şaşırtıcı bir haberimiz var. Antioksidanlar, vitaminler sadece yiyeceklerden alındığında fayda veriyor. Hapların ise yarar sağlamak bir yana zarar verdiği görülüyor.

"İçinde spesifik bir bileşim olan yiyeceklerin insan sağlığı için yararlı olması, içinde o bileşimi içeren hapın da yararlı olacağı anlamına gelmez."

Serbest radikalleri tamamen bastırmak acaba doğru mudur?

Kızılcık kapsülleri. Yeşil çay ekstresi. Efervesan C vitamini. Nar ekstresi. Beta karoten. Selenyum. Üzüm çekirdeği ekstresi. Yüksek dozda E vitamini. Çam kabuğu ekstresi. Arı sütü.

Bu listeyi uzatmak mümkün. Son yıllarda tüm insanlığı etkisi altına alan sağlıklı yaşam ve yaşlanmayı geciktirme modası, antioksidan kullanmanın gerekli olduğu inancını pekiştiriyor. Bazı tahminlere göre ABD'de yetişkinlerin yaklaşık yarısı, hastalıklardan korunmak ve sağlıklı kalmak için günde bir antioksidan hapı alıyor. Bu insanların antioksidan bağımlısı olduklarını söylemek mümkün. Ancak bu haplar gerçekten yararlı mı? Son birkaç yıldır elde edilen kanıtlara göre bunların yararı ya hiç yok ya da çok az. En kötüsü bazılarının ters etki yarattığı ve bazı rahatsızlıkları önleyeceği yerde daha da kötüleştirdiği söyleniyor.

Antioksidanların mucizevi sağlık ürünleri olarak ün kazanması son 50 yıllık bir gelişmenin doğal sonucu. 1950'lerde bilim adamları, kalp hastalıkları, inmeler, kanser, şeker hastalığı, katarakt, artrit, Parkinson ve Alzheimer gibi sinir yıkımı hastalıkları gibi pek çok hastalığın nedeninin serbest radikal denilen yıkıcı kimyasal maddeler olduğunu keşfetti.

Serbest radikallerin neden olduğu yıkımlar

Serbest radikaller, aralarında proteinler, karbonhidratlar, kan yağları ve DNA'ların da olduğu diğer molekülleri okside ederek kendilerini sağlama alan, eşleşmemiş elektronlu bileşenlerdir. Serbest radikaller bu süreç içinde daha çok serbest radikal yaratarak bir yıkım zinciri başlatırlar.

Oksidasyonun yol açtığı hasar, pek çok hastalığa eşlik ederler. Öyle ki akciğer kanseri, ateroskleroz ve Alzheimer gibi bazı hastalıkların doğrudan nedeni olduğu bile söyleniyor.

Serbest radikaller yaşamanın doğal sonucudur ve kaçınılmaz bir tehlikedir. Oksijen açısından zengin bir atmosferde yaşıyoruz. Ve radikaller (özellikle reaktif oksijen türleri ¬ROS-) soluk almanın doğal sonucudur.

"Tükettiğimiz oksijenin yüzde biri ROS haline dönüşür" diye konuşan Singapur Ulusal Üniversitesi'nden Barry Halliwell, "İnsanlar büyük boyutlu hayvanlardır ve çok fazla soluk alırız. Bir yıl içinde insan vücudu 1.7 kg ROS üretir" diyor. X-ışınlarına maruz kalmak, havayı kirleten maddeler, mikrobiyal enfeksiyonlar, sanayi atıkları ve yoğun egzersiz de serbest radikal üretimini tetikler.

1980'li yıllarda ufukta serbest radikal hasarına karşı güçlü bir potansiyel silah görüldü. Bilim adamları uzun zamandır ağırlıklı olarak sebze ve meyveyle beslenen kişilerde kalp hastalığı, şeker hastalığı, bunama, inme ve bazı kanser türlerinin görülme sıklığının daha az olduğunu biliyorlardı. Bu hastalıklar genellikle serbest radikal hasarına bağlı olarak ortaya çıktığı için artık bu duruma netlik kazandıracak bir açıklamaya kavuştuklarını düşünen bilim adamları, antioksidan açısından zengin olan meyve ve sebzelerin, serbest radikallere elektron bağışlayarak nötr hale getirdiğine inandı…

Antioksidan haplarının yarattığı düş kırıklığı

Yeşil bitkiler antioksidan deposudur. Bunlar özellikle oksidatif stresten büyük ölçüde etkilenirler, çünkü fotosentez sırasında saf oksijen çıkartırlar. Kendilerinin bu saf oksijene karşı korumak için de güçlü antioksidan karışımları üretirler.

Dolayısıyla bugüne dek doğruluğuna inanılan varsayım nihayet doğmuş oldu. Yiyeceklerin içindeki antioksidanlar serbest radikal süngerleri gibidir. Bunlar yaşlılığın getirdiği hastalıkları bertaraf ederler.

“Bu fikir bilim adamlarının çok hoşuna gitti. İki ile ikinin dört etmesi gibi bu antioksidanların koruyucu özelliğine inandılar ve bunları vitamin gibi tüketmenin veya yiyeceklerin içinde yemenin oksidatif hasarı azalttığını düşündüler" diye konuşan Halliwell, "Ortada yalın bir gerçek vardı: Antioksidanlar iyi, serbest radikaller kötüydü" diyor.

Bu düşünce, devasa bir vitamin sanayiinin doğmasına neden oldu. ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü'ne (NIH) göre ABD halkının yarısından fazlası bir vitamin veya mineral hapı kullanıyor. Bu pazarın değeri yılda yaklaşık 23 milyar dolar. Eczane raflarındaki vitamin çeşitliliği bu miktarın ne kadarının antioksidanlara gittiğini kestirmeyi zorlaştırıyor, ancak NIH bunun "çok büyük bir bölümü" olduğunu söylüyor. Merkezi San Francisco'da bulunan SPINS adındaki bir piyasa araştırma şirketi, antioksidan pazarının yalnızca geçen yıl yüzde 18 civarında büyüdüğünü açıkladı.

En iyi bilinen antioksidanlar E vitamini (veya kimyasal adıyla tokoferol), C vitamini ve polifenol (flavonoid'ler dahil) ile karotenoid (beta karoten ve likopen dahildir) olarak bilinen bitki kaynaklı iki kimyasal sınıftır.

Antioksidan olarak yere göğe sığdırılamayan vitaminlerin pek çoğu en azından bunlardan birini içerir. Bazen saf kimyasal halde, bazen de yoğunlaştırılmış bitki ekstresi şeklindedirler.

1990'ların başından bu yana bilim adamları bu bileşimleri, çift kör, randomize deneyler ile ciddi bir sınava tabi tuttular. Ne yazık ki vitaminler her seferinde sınıfta kaldı. Aslında test tüpünün içinde serbest radikallere duman attıran antioksidanlar, insan vücudunun içine girince tuhaf bir şekilde gücünü yitiriyordu. Antioksidanlar oksidatif hasarı önleme konusunda yetersiz kalmalarının yanı sıra zarar da veriyorlardı. Pek çok bilim adamı bugün antioksidanların zaman ve para kaybından başka bir şey olmadığı sonucuna varmış durumda. Ayrıca zararlı da olabiliyorlar.

Araştırmaların yıktığı mitler

A) Beta Karoten miti

Düş kırıklığı yaratan ilk antioksidan beta karotendi. Bir zamanlar en gözde vitaminlerin arasında yer alan beta karoten hapları, sigara içenlere akciğer kanserinden korunmaları için öneriliyordu. Bu, büyük ölçüde gözleme dayanan bir önermeydi. 1970'li yıllarda bol miktarda havuç ¬-büyük miktarlarda beta karoten içerir- yiyen insanların kansere karşı bir koruma geliştirdikleri sanılıyordu.

1992 yılında ABD Ulusal Kanser Enstitüsü'ndeki bilim adamları beta karoteni ciddi bir sınava tabi tutmaya karar verdiler. Akciğer kanseri riski taşıyan 18 bin kişinin ¬-sigara içen veya asbeste maruz kalan kişiler arasından seçildi- yarısına beta karoten hapları verildi. Denemenin 6 yıl sürmesi planlanıyordu. Ancak bilim adamları, büyük bir dehşet ve şaşkınlıkla vitamin alan deneklerin kontrol grubundakilere göre daha kötüye gittiğini fark edince, planlanan süreden önce deneyi sonlandırdılar. Vitamin alan deneklerde akciğer kanseri görülme sıklığı yüzde 28 oranında daha fazlaydı ve bütün olarak ölümler yüzde 17 oranında artmıştı. Halliwell, "Bu hepimiz için büyük bir şoktu. Beta karoten hiçbir fayda sağlamadığı gibi ayrıca insanlara zarar veriyordu" diyor.

Bilim adamları bu sonuçların rastlantısal olup olmadığı konusunda kesin bir bilgiye sahip olmadıkları için beta karoten hapları antioksidan olarak hâlâ yaygın bir şekilde satılıyor. Ancak son günlerde yapılan ileri deneyler, beta karoten haplarının insanları kansere karşı korumadığı gerçeğini güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda sigara içenlerde akciğer kanseri riskini artırdığını ortaya çıkartıyor. NIH tarafından düzenlenen bir panelde, beta karotenin genel popülasyona önerilmesinin gereksiz olduğuna ve sigara içenlerin bu maddeden uzak durmaları gerektiğine karar verildi.

B) E vitamini miti

Vitamin E konusunda da benzer bir deneyim yaşandı. 1990'lı yıllarda büyük bir üne kavuşan E vitamininin, 127 bin kişinin katıldığı iki büyük araştırmadan sonra insanları kalp damar hastalıklarına karşı koruduğu sonucuna varıldı. İlk çalışma 87.245 hemşire üzerinde 8 yıl sürdü. Bu çalışmanın sonucunda E vitamini tüketen en üstteki yüzde 20'lik dilimin kalp damar hastalıklarına yakalanma riski en alttaki yüzde 20'lik dilime göre yüzde 41 oranında
daha azdı (New England Journal of Medicine, vol 328, p 1444). İkinci çalışma 39.910 erkek sağlık çalışanı üzerinde yürütüldü. Benzer şekilde kalp damar hastalığı riskini azalttığı görüldü. (New England Journal of Medicine, vol 328, p 1450).

Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Harvard Üniversitesi Halk Sağlığı Fakültesi'nden bilim adamları bu sonuçlara akla yatkın bir açıklama getirdiler. Kalp hastalıkları nedenlerinden birinin serbest radikallerin LDL'ye (hücrelere yağ asidi taşıyan minik lipid ve protein paketleri) verdiği zarar olduğuna ilişkin o dönemlerde somut kanıtlar elde ediliyordu.
Test tüpündeki kan örneklerine E vitamini ilave edilince LDL'nin oksidasyona daha fazla direnç kazandığı gözlendi. Büyük bir olasılıkla E vitamini kalp hastalıklarını böyle önlüyordu.

Bu bulguların tetiklemesiyle E vitamini satışları zirveye tırmandı. 1990'lı yılların başlarında kimse E vitamini kullanmazken, sonlarına doğru ABD'de 23 milyon kişi her gün E vitamini kullanıyordu. Bu olumlu sonuçların ardından diğer bilim adamları E vitamini üzerinde ileri çalışmalar yaptılar. Ancak son alınan sonuçlar çok büyük bir düş kırıklığı yaşattı. Yalnızca tek bir deneyden ¬-Cambridge kalp antioksidan çalışması- pozitif bir sonuç elde edildi. Birkaç çalışmada vitaminin koruyucu bir etkisi görülmezken, bir tanesi E vitaminin kalp hastalığı riskini artırdığını ortaya koydu.

Finlandiya'da gerçekleştirilen ATBC çalışması, E vitaminin kanseri önlemediğini gösterdi. Ayrıca bilişsel yetenekleri orta derecede hasar görmüş insanlarda E vitamini Alzheimer'ın ilerleyişini de durdurmuyordu.

Dahası, bilim adamları E vitaminin LDL'yi oksidasyona karşı koruyup korumadığını test tüpü içinde değil, insan vücudu içinde araştırmaya kalkışınca tek bir denek grubu dışında olumlu bir sonuç alınamadı. İstisnai bir durum gösteren deneklerde de E vitamini eksikliği hüküm sürüyordu (Journal of the American Medical Association, vol 285, p 1178).

Aslında E vitaminin test tüpünde iyi bir antioksidan olmasını karşın, insan vücudunda aynı şekilde çalışmayacağına ilişkin kuşkular giderek yükseliyor. "E vitamini bir antioksidan değil. Yalnızca oksidasyona karşı korunması gerekiyor" diye konuşan Boston'daki Tufts Üniversitesi'nden biyokimyacı Angelo Azzi , " E vitamini doğada 8 farklı şekilde varoluyor. Bunların Hepsi test tüpünde antioksidan olarak iş görüyor. Ancak insan vücudu 'alfa tokoferol' denilen tek bir şeklini kullanıyor. Karaciğerdeki çok özel bir protein bunu kandan çekip çıkartıyor. Diğerleri dışkı ile birlikte dışarı atılıyor. Evrimin yiyeceklerden antioksidan elde etmek için bu kadar zahmete katlanacağına inanmıyorum. Kaldı ki milyonlarca başka antioksidan var" diyor.

E vitamini kesin olarak vücutta bazı şeyler yapıyor. Bu vitamin gıdalarımızın vazgeçilmez bir parçası ve eksikliği bazı nörolojik bozukluklara yol açıyor. Ancak ne yaparsa yapsın, bir antioksidan olmadığı hemen hemen kesinleşti.

C) C vitamini miti

Bir diğer düş kırıklığı da C vitamini ile yaşandı. "İnsanlar hâlâ C vitaminini savunmaya çalışıyor, ancak, C vitamini eksikliği olanların dışında, C vitamini ile serbest radikallerin yarattığı hasarı tersine çeviremiyorsunuz" diye konuşan Halliwell, "Bu bence baştan kaybedilmiş bir tartışmadır" diyor. Kaldı ki beslenme ve sağlık arasındaki ilişkileri araştıran Women's Health Study adı verilen geniş araştırma, C vitamininin diyabetli hastalarda ateroskleroz'u hızlandırdığını ortaya koydu.

D) Polifenol belirsizliği

Henüz üzerinde yeterli araştırma yapılmamış bir sınıf antioksidan polifenollerdir. Çok kısıtlı epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre polifenoller hastalıkları önleyebiliyor. Polifenoller test tüpü içinde antioksidan olarak işlev görürken, vücutta kan tarafından emildiği zaman metabolize edilip edilmediği bilinmiyor. Sözgelimi resveratrol ¬kırmızı şarapta bulunur- denilen flavonoid'lerin yüzde 95'i kan dolaşımına girmeden önce sindirim sistemi tarafından yok ediliyor.

Sonuç

Sonuç giderek netleşiyor. Meyve ve sebzelerin içindeki yararlı maddeleri, saflaştırılmış ekstrelerden veya vitamin haplarından almamız söz konusu olmayabilir. NIH uzmanlarından Paul Coates, "İçinde spesifik bir bileşim olan yiyeceklerin insan sağlığı için yararlı olması, içinde o bileşimi içeren hapın da yararlı olacağı anlamına gelmez" diyor.

Ancak C vitamini, E vitamini, polifenol ve caratenoid açısından zengin yiyeceklerle beslenen insanların kalp-damar hastalığı, diyabet ve kanser gibi hastalıklara daha az yakalandığı görülüyor. Bunun bir açıklaması da bu insanların genellikle daha sağlıklı bir yaşam tarzını ¬daha hareketli bir yaşam, sigara içmemek gibi- benimsemiş olmalarıdır. Ancak şimdilik bunun kesin nedeni bilinmiyor.

Bu konuda Halliwell'in bazı öngörüleri var. Meyve ve sebzelerde polifenoller, karotenoidler ve vitaminler sert, fiberli malzemelere bağlanmakla birlikte, mide ve bağırsaklarda serbest dolaşıyorlar ve serbest radikalleri nötr hale getiriyorlar. Sindirim sistemi, sürekli olarak yiyeceklerden reaktif oksijen türleri üretir. Büyük bir olasılıkla haplar, çok çabuk sindirildikleri için bu etkiyi yaratamıyor olabilir.

Washington DC'de merkezi bulunan Council for Responsible Nutrition adındaki ticari kuruluştan Andrew Shao da Halliwell ile aynı fikirde: "Antioksidanların ilaç olarak işlev görmesini beklememeliyiz. Vitaminler birbirleriyle etkileşim halinde oldukları sürece yarar sağlarlar."

İngiltere'de Liverpool Üniversitesi'nden biyokimyacı Malcolm Jackson, serbest radikallerin doğru miktarda oldukları zaman yararlı olduğunu, hâttâ hücrelerimizin kendi iç savunma mekanizmalarını harekete geçirdiğini ileri sürüyor. Jackson bu konuda şöyle konuşuyor: "Hücreler kendilerini minör streslere karşı koruma konusunda çok beceriklidir. Ancak stres yükselince yardım almak zorunda kalırlar. Burada soru şu olmalı: Serbest radikalleri tamamen bastırmak acaba doğru mudur?"

Yiyeceklerin içindeki antioksidanların yararlı olmalarının nedeninin doğru miktarlarda serbest radikal üretmeleri olduğu varsayımı doğrulanırsa, bu çok ironik bir gelişme olur. Bunun doğrulanması durumunda hapların ve ekstrelerin niçin yarar sağlamadığı da açıklanmış olur. Çünkü bunların dozu çok yüksek geldiği için çok fazla miktarda serbest radikal üretiyor olabilirler.

Halliwell, bu konu netliğe kavuşuncaya kadar ne yapmamız gerektiği konusunda şu tavsiyede bulunuyor: "Flavonoid açısından zengin yiyeceklerle beslenin. Aşırıya kaçmadan yeşil çay için, bol bol taze meyve, sebze yiyin. Bu konu netleşmeden antioksidan hapları almaya başlamayın."

Reyhan Oksay

New Scientist




Bu haber 2,176 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,154 µs